İnsanı en çok hangi duygu yıpratır?
Pişmanlık mı? Çaresizlik mi ya da?
Kendi elinle sebep olduğun feci şeyler için pişman olmaya çaresizlik denilir miydi ki?
O gittikten sonra saatlerce duvarın dibine çöküp ağladım. Ama hiçbir şey değişmedi. Ne çok isterdim oysa sabah yaşanan ana dönmeyi. Ne Elif'i aramaya yüzüm vardı ne de ona Elif'i sormaya cesaretim.
O işte. Adı Sencer'miş. Beni hiç bilmediğim bir kuyuya atıp çıkamadığım için beni suçlayan adamın adı.
Neden adını bilmemi istedi anlayamıyorum. Ya benim onu bir şekilde açığa çıkarmayacağım konusunda artık kendinden emindi ya da benim hiçbir şeyi yapamayan bir aciz olduğumu anlamıştı.
Evet acizdim. Arkadaşım diyebileceğim tek insan benim yüzümden vurulmuştu. Benim varlığından ürktüğüm bakamadığım silahın kurşunuyla yaralanmıştı. Ve ben saatlerdir hiçbir şey yapmadan yerde oturuyordum.
Daha fazla ağlamanın fayda vermeyeceğini anlayınca gözyaşlarımı silip kendi ellerimden tutunup ayağa kalktım. Boğazım ağrıyor başım hala dönüyordu. Saat çoktan sabaha yaklaşmıştı. Bu saatte arasam bile ulaşamazdım. Banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Belki birkaç saat uyurum diye alarmı erken saate kurup yattım.
Saatlerce yatakta döndüm durdum ama güneş doğunca uyuyamadığımı anlayıp kalktım. Elif'in yanına gitmek istiyordum. Hızlıca kalkıp kalın bir kazak ve koyu renk bir kot giydim. Tam montumu aldım çıkıyordum ki balkonun yanındaki masa da duran bir şey dikkatimi çekti. Gidip paketi elime aldım. İçini açtım.
Gözlerimi kocaman açıp elimdekilere baktım. Kırmızı bir bere ve kaşkoldu. Akşam yatmadan önce burda olmadığına göre gece Sencer getirmişti muhtemelen. Sinirle elimde sıktım. Onları bir poşetin içine koydum. Tabiki de onları giymeyecektim.
Babannemi uyandırmadan evden çıktım. Bahçe kapısını geçince elimdeki poşeti çöp kutusunun yanına bıraktım. Belki bir ihtiyacı olan alırdı. Tamamen ziyan etmemek için çöp kovasının içine atmadım.
Bayırdan aşağı inerek mahalleden çıktım. Elif'in hangi hastahanede olduğunu bilmediğim için doğrudan evlerine gitmeyi düşündüm. Sencer'inde dediği gibi eğer hafif yaralandıysa belki hastahaneden çıkmıştır diye tahmin ettim.
Evlerinin kapısını birkaç kez çaldım ama açan olmadı. Ben de kapının eşiğine oturup belki dönerler umuduyla bekledim.
Yaklaşık bir saat hareketsiz oturduktan sonra bir polis arabası kapıya yanaştı. Arabadan çıkan Elif'i görmemle derin bir "Oh." çektim. Annesi onu sağlam kolundan tutarak yavaşça yürütüyordu.
Kapıya yaklaşıp beni görünce ağzı kocaman açıldı. "Çiçek?"
Ona doğru yürüyüp tam karşısında durdum. Sağ kolu askıda duruyordu bu yüzden kabanını tam giyememişti. Çok yorgun görünüyordu ve yüzü solmuştu. Adımlarını ağır ağır atıyordu. Derinlerden gelen bir suçluluk hissi yine kalbime uğradı. Sertçe yutkundum. Benim yüzümden bu haldeydi.
"Elif... Nasılsın? Çok ağrın var mı?" Ben soruyu sorar sormaz kocaman sırıttı.
"Turp gibiyim Çiçek. Arada yaralanmak iyi oluyormuş kan tazeledim sanki."
O böyle konuşunca bende hafifçe gülümsedim. Böyle bir durumda bile benim moralimi düzeltecek bir şeyler buluyordu. Tam ben de ona cevap verecektim ki Elif'in annesi konuştu.
" Çiçek, kızım. Elif'in koluna sen gir kapıyı açayım da içeri girelim hava çok soğuk evde konuşursunuz."
Hafifçe başımı sallayıp. Elif'in koluna girdim. Bana bakıp kocaman gülümsedi. Ben de ona aynı şekilde karşılık verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayada Açan Papatya
General FictionAnlatılmaya değer hikayeler hep bir yabancıyla başlar. Ya bir yere yabancı kalırsın ya bir yabancıya rastlarsın ya da kendi kendine yabancılaşırsın... ~~~ Heyecansız durağan hayatımda bir değişiklik istiyordum. Öyle biri...