"Sikeyim." diye homurdanırken ayaklarımı yere süre süre açılan kapıdan diğer odaya girdim.
Arkamdaki kapı büyük bir gürültüyle kapanıp kilitlenirken, ters ters kapıya baktım. Beyazlar içindeki odaya gidecek değildim zaten. Geri zekalı birisi yüzünden düştüğüm şu hale bak.
Başımı iki yana sallarken bir an önce buradan defolup gitmek istiyordum. Sanırım bu yüzden dediklerini yapmalıydım. Ve buradan çıktığım an kafasını kopartacaktım.
Bakışlarım odada gezindi. Diğer odaya oranla daha renkli olması derin bir nefes vermeme neden oldu.
Kapıdan içeriye girer girmez duvara asılı duran simsiyah bir tablo vardı. Onun hemen yanında üçlü deri siyah bir koltuk, koltuğun karşısında iki tane berjer ve ikisinin tam ortasında kare bir sehpa vardı. Yer beyaz parke ile kaplanmış ve oturma grubundan uzakta bir çalışma masası vardı.
Adımlarım rotasını belirlemiş gibi hızla masaya gittim ve çekmeceleri karıştırmaya başladım. İçinden çıkan kağıtları yere atarken, defter ve kitapların içlerine kadar baktım. Yoktu.
Bir bok yoktu.
Sinirle soluyarak sandalyeye yere doğru fırlattım. Başımın ağrısı zaman geçtikçe artarken, bu ani hareketimle nefesimi kestim.
"Hay ben," diye soludum elimi enseme atarken. Enseme masaj yaparken başımı geriye doğru attım. "Bir bu eksikti zaten."
Cebimdeki telefonu çıkarttım.
Lisa: Sen ne boş bir insansın ya!
Lisa: Cidden bununla uğraştın mı?
Mucize: Evet?
Mucize: Bu arada demeyi unutmuşum, anahtarı bulmak için on dakikan var. Bulamazsan bir süpriz olacak.
Muzice: Ek olarak; 4 dakikan kaldı.
"Ne?" diye soludum telefona doğru. "Beyinsiz!"
Telefonu hızla cebime koydum ve koltukların minderlerini sökerek oralara baktım. Bütün yastıkları söktüm, deriyi bile yırttım ama hâlâ bir bok yoktu.
Sıkıntıyla inledim. "Sikeceğim şimdi ha!" derken elimdeki minderi öfkeyle masaya doğru fırlatmamla üzerindeki herşey yere devrildi. Kırık sesleri etrafa yayılırken, yere düşen kalemlikten fırlayan anahtarı görmemle sırttım.
Koşar adımlarla anahtarı elime aldım ve kapıya doğru gittim. Anahtarı takmadan önce açmayı denememle kapı açıldı. Gözlerim irice açıldı. "Seni şerefsiz." diye solurken içeriye girmemle karşıma iki ayrı kapı çıktı.
"Hay senin oyununu." dedim öfkeyle. "Sabırımı mı sınıyorsun pezevenk?"
İlk sağdaki kapıyı denedim fakat açılmadı. Bir tekme savurarak diğer kapıya gittim ve anahtarı çevirmemle açıldı.
Kapıdan içeriye girmemle bir boşluğa düştüm. Kalçamın üzerine sertçe düşerken acıyla inledim.
Kafamı kaldırıp etrafa bakındım. Neredeyse üç metre olan bir cam fanusun içine düşmüştüm ve tabanı kumsaldaki çakıl taşlarıyla dolu bir kumdu.
Sinirle soludum. "Sinirden öleceğim kesin."
Cebimdeki telefonu çıkarttım.
Lisa: Ne bu?
Lisa: Sıradaki ne? Oyun alanı mı?
Mucize: Yerinde olsam büyük konuşmam.
Mucize: Şey bir de uyarı; bence sağ kenara geç
Kaşlarımı çatarak telefona baktım. Sıkıntılı.
Lisa: O nedenmiş?
Cevap vermesini beklerken burnumun ucundan geçen bir bıçak tam önüme saplanırken yerimden sıçradım. "Siktir!"
Ve hemen ardından binlerce bıçak tepemden aşağıya yağmur gibi yağmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mucize
Short Story#tamamlandı. | kısa hikâye | texting "Mucizeler ona inananlar içindir." •• Lisa: Buradan çıktığımda o bıçakları tek tek götüne sokacağım, bekle beni Mucize: Canlı mı çıkmaktan bahsediyorsun, yoksa ölü mü? Bu önemli bir detay Lisa: Ben canlı, sen ise...