Multimedya: Sude Sakalar
Dört yanım ihanet dört yanım kederse, burası dünyadır. Cehenneme özenmiş bir dünya.
İçindeki insanları önemsemeyen dünya. Eskinden hep sorgulardım çoğu şeyi, mesela neden mor göz rengi yok diye düşünürdüm, neden herkes çalışmak zorunda diye düşünürdüm, ölünce nereye gideceğiz diye düşünürdüm...
Ama bir zaman sonra sorularımdan vazgeçmiştim, herşeyin farkına vardığım zaman.Bazen sadece çocuk kalmak istersin ya, işte ben onu hiç istememiştim. Arada bir annemle olan günlerimize dönmek istiyordum tabii ki. Ama annemle olan çoğu anımız hafizamdan silinmişti. Çok şey unutmamıştım, belirli şeyler unutulmuştu. Bunların arasında annemle geçirdiğimiz günlerde vardı elbette. Neriman teyzeme sorardım bazen, o annemle geçirdiğim günleri anlatır beni mutlu ederdi. Çocukluğuma dair hatırladığım çoğu şey kötüydü. Aksi gibi iyi anlarım gitmiş, kötü anılarım beni kucaklamıştı her seferinde. Hatırladığım anılarda annem hep ağlıyordu. Bu yüzden geçmişi hiç deşmek istememiştim, hatırlayacaklarımdan ölesiye korkuyordum.
Derin bir nefes aldığımda, burnumdan soluk boruma, ardından ciğerlerime uğrayan soğuk, içimin titremesine sebep olmuştu. Hırkamın ucunu avcumun içiyle kavradım ve ellerimi hırkanın cebine yerleştirdim. Gözlerim hala yoldan geçen insanlardayken burnumu derince çektim. Sanırım grip oluyordum. Havlar sürekli değişimdeydi, bu vücudumun yenik düşmesini sağlamıştı. Çıt kırıldım bir kız değildim ama iklim değişikliklerinde hep hasta olurdum. Rüzgar sert bir şekilde yüzümü adeta tokatladığında saçlarımın sağa doğru savrulmasına izin verdim. Yüzüme değen saçlar gıdıklanmamı sağlıyordu ve bu hoşuma gidiyordu. Ani bir devrilme sesi gelince irkilerek sola döndüm. Balkonun mermerinde duran çiçeklerden biri yere devrilmişti ve devrildiğinde dökülen toprak şimdi rüzgar sayesinde heryere yayılmıştı. Yeniden önüme dönüp ilerdeki asfalttan geçen arabaları izlemeye devam ettim. Uzaktaydılar, bu yüzden ne mazot kokusunu alıyordum ne gürültüleri geliyordu. Bu ev zaten hep böyleydi. Bencildi. Dışardaki gürültülerden uzaktı ve yanlızca kendi gürültüsü, dehşetiyle başbaşaydı.
Odamın kapısının açılıp kapandığını duyduğumda arkamı dahi dönmedim. Böye davranırsam rahatsız edilmemek istediğimi anlarlar diye düşünmüştüm ama anlaşılan o ki yanılmıştım. Balkonunda sürgülü camdan kapısı adeta yerde kayar gibi direk açıldı. Kaçışımın olmadığını düşünüp ruhsuz ve halsiz bir ifadeyle arkama döndüm. 'O' elinde bir fincan kahve ve yüzünde sahte olduğuna inandığım gülümsemesiyle bana bakıyordu. Kapıya doğru ilerlediğimde elindeki fincanı bana uzattı. Tam kapının önündeyken ona boş gözlerle baktım. Bana gözleriyle fincanı gösterdiğinde 'hadi ya' dermiş gibi kaşlarımı kaldırdım. Ama bu daha çok 'almayacağımı biliyorsun' bakışıydı. Ardından omzuna çarparak odaya geri girdiğimde yüzüme sıcak bir esinti vurdu.
Hala kapının pervazında dikilen Cengiz Kuntere döndüm. Ordan ayrılmayı düşünmüyor gibiydi. Bir süre sırtına öyle boş boş baktıktan sonra umursamaz bir sesle "Ya içeri gir ya dışarı çık, içersini soğutuyorsun" dedim ve masamın üzerindeki kitaplarımı yerlerine yerleştirmeye koyuldum. Aynı zamanda Cengiz Kunterin gözlerini devirerek içeri girdiğinide görmüştüm. Kapıyı sertçe çekerek kapattı. "Neden bu kadar zorsun?" sorusunu takmayarak elimdeki kitabı en üst rafa koydum. Hep aynı şeylerden konuşuyorduk, bu konular beni fazlasıyla yormuştu, yıpratmıştı.
Bu sefer elimdeki kitabı üst raflardan birine koymak için parmak uçlarımda doğrulduğumda "annene ne kadarda çok benziyorsun" dedi. Öylece parmak uçlarımda donup kaldığımda elimde rafın birkaç sanitim uzağında, yukarısındaydı. Cengiz Kunter annem hakında konuşmayı sevmemişti hiçbir zaman. Şimdi ne olmuştuda durup dururken annemden bahsediyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İz Bırakanlar
Teen Fiction"izin kalbimde" Adamın sesi kadının ruhunun en derinliklerine kadar uğlaşmıştı. Nefesi tüyler ürperticiydi. Sesi boş bir odada geçmişini bırakmış geleceğine sığınma vaad ediyordu. Öyle değil miydi zaten? kadının yüzünde sinsi bir gülüş belirdi. Bu...