Bölüm 25: Kayıp

245 154 5
                                    

Hayat, herkese bir rol veriyor. Oynayabilirsen alkışları, çiçekleri ve tezahüratları hak edersin ama yapamazsan... Yapamazsan tezahüratlar yerini hakaretlere bırakır. Kaybedersin.

Hayat adil midir? Herkese adaletli mi davranır, yoksa bazılarını görmezden mi gelir? Hayat bencildir. Size istediklerinizi vermez onun yerine size korktuklarınızı verir, nefret ettiklerinizi. Hayat acımasızdır, siz çukura düştüğünüzde sizi tutup çekemez. Sizi daha çok batırmanın yollarını arar.

Her halükarda hayat size hayatta kalmayı öğretir. Savaşmayı ve zorlukların üstesinden gelmeyi gösterir. Tek başınıza neler yapabileceğinizi gösterir aslında. Size acı çektirmesinin bir sebebi vardır, sizin ayağınıza çelme takmanın bir sebebi vardı.

'Düşüşünüzü görün ve daha iyi bir şekilde ayağa kalkın.' der insana. O zamandan sonra daha emin ve dikkatli adım atarsınız. Buna da deneyim denir. Hayat size deneyimi öğretir.

5 genç onlara seslendiklerini bile duymuyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu hepsinin. Egemen ve arkadaşları hemen onların yanına koştular. Hepsine sesleniyorlardı ama onlar duymuyorlardı. Sarsıyorlardı ama nafile. "Tamam götürelim onları buradan." dedi Egemen. Onları savaş alanının dışındaki bir arabaya götürdüler. Arabadaki askere onları buradan uzaklaştırmasını söyledi. Asker onları bir binaya götürdü. Binaya girip beklemeye başladılar. 15 dakika sonra bir komutan geldi. Gözlerinde öfke vardı.

"Ne yaptınız siz, savaşın seyrini değiştirecektiniz şimdi halimize bak kaybediyoruz. Neden? Sizin yüzünüzden!" dedi Komutan sert bir ifadeyle. Resmen burnunda soluyordu. Kanatlı Askerler hiçbir şey diyemedi, haklıydı şimdi tüm ülkeyi tehlikeye atmışlardı.

"Şimdi derhal Ankara'ya gideceksiniz." dedi komutan ve odadan çıktı. Sonra yavaşça yerlerinden kalktı 5 genç. Binanın içinden çıkıp bir uçağa bindiler. 2-3 saat içinde Ankara'ya varmışlardı. Profesör onları havaalanında bekliyordu. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Komutanlardan biri olanları anlattığında çok korkmuştu.

Uçaktan indiklerinde profesör hemen yanlarına geldi, onlara sıkıca sarıldı. Kulaklarına güven verici bir şeyler fısıldadı ve onları büyük bir eve götürdü.

İçeriye girer girmez uzun beyaz koltuklara oturdular. Ev oldukça modern ve büyüktü. İçi genellikle kahverengi ve beyazlardan oluşuyordu. Profesör telefon görüşmesi yapmak için başka bir odaya geçti. Silahları da savaş meydanında kalmıştı.

"Ne oldu ya bize." dedi Burak.

"Kim bilir bundan sonra ne olacak?" diye sordu Öykü içindeki nefesi vererek.

Esra ayağa kalkıp karşısında ki televizyonu açtı. Diğerleri onu şaşkınca izliyordu.

"Esra ne yapıyorsun?" diye sordu Tuana.

"Bize ne olacağını göreceğiz." dedi yerine oturarak.

Hepsinin gözleri televizyona dikilmişti. Haberlerde Kanatlı Askerler neden savaşmadı, onlar düşman mı, vatanı satanlar bizden değildir tarzında haber başlıkları vardı. Kimileri onların işe yaramaz oldukları için öldürülmesi gerektiğini söylüyordu. Profesör konuşmasını bitirdiğinde içeriye geldi. Açık olan televizyonu hemen kapattı.

"Ne yapıyorsunuz çocukla?" dedi telaşla.

"Sonumuzun nasıl olacağını izliyorduk." dedi Esra soğukkanlı bir ifadeyle.

"Esra." dedi Ahmet içindeki nefesi verirken. Sonra konuşmasına devam etti. "Çocuklar yapmayın böyle, bunların hiçbiri sizin suçunuz değil. Kimse sizi suçlayamaz." dedi Ahmet. O günü o evde geçirdiler. Hiçbir şey yiyip içmeden.

Kanatlı Askerler I (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin