Yıllar önce ~
Rüzgar ile savrulan ipek saçları, yüzündeki o tatlı tebessüm ve o huzur veren sesi. Yine rüzgar ile bir olmuş, ortama güneş saçıyordu. Jonghyun bir süreliğine gözlerini yumdu ve huzurun sesini dinledi, ışığın kalbini ısıtmasına izin verdi ve mutluluğun tadını çıkardı.
"Rüzgar kız?" diye bağırdı genç kral. Sevdiği kızın onu fark etmesini bekliyordu bir süredir.
"Jonghyun?" Büyük bir gülümseme ile atından inip yanına ulaştı. Jonghyun onun gülüşünde kaybolurken, iki kol çoktan belini sımsıkı sarmıştı.
"Gelmeyeceğini düşündüm.." diye fısıldadı genç kadın. Sesinde umut ve sevgi saklıydı.
"Sakın. Sakın bir daha öyle şeyler düşünme." küçük buseler kondurdu çicek kokulu saçlarına. Bir süre sadece sevdiği kadını kolları arasında tutmak istiyordu.
"Biz iki yıldır beraberiz ama hiçbir zaman çocuklar hakkında konuşmamıştık. Çocukları severmisin diye sormaya vaktim bile olmadı. Sahiden, sen çocukları severmisin?" Jonghyun hiç ses çıkarmadan sevgilisini dinledi. Omzundaki ıslaklık kalbini parçalasada, onun ağlamasına izin verdi.
"Hep bir kızım olsun istemişimdir. Sana benzeyen bir kız çocuğu, Soohee." diye cevapladı genç kral..
Soohee yaşlı gözleri ile sevdiği adamın yüzüne baktı.
"Ben hep annesini seven bir oğlum olsun isterdim. Siyah saçlı ve güzel gülüşlü. Galiba benim hayalim gerçekleşti." Soohee kıkırdayıp Jonghyun'dan uzaklaştı.
"Oğlumuzu görmek istiyorum." dedi Jonghyun büyük bir hevesle.
Iki aşık el ele yürürken kısa bir süreliğinede olsa hayattaki sorunlarını ve zorluklarını bir kenara atıp anın tadını çıkarmaya çalışmıştı.
Küçük bir kulübeye vardıklarında Soohee Jonghyun'un geçmesine izin verdi. Kapıdan girer girmez beyaz bir beşik gözüne çarptı. Jonghyun adım atacak iken duraksadı. Hayatına hayat katan bir can uyuyordu o küçücük yatakta. Kendisi ile aynı kanı taşıyan bir beden bekliyordu onu.
Korkak adımlarla yaklaştı oğluna. Bir iki damla göz yaşı yerle buluştu. Sevdiği kadın onu bir adım geriden izliyordu."Oğlum.." Jonghyun elini oğlunun siyah saçlarında gezdirdi. Henüz birkaç günlük bile olsa ipek gibi siyah saçları vardı. Annesi gibi.. Soohee elini Jonghyun'un omzuna koydu.
"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu Soohee. Jonghyun'un mutluluğu gözlerinden okunsada, o çok özel cümleleri duymak istiyordu.
"Bu mutluluğun bir tarifi yok. Ayaklarım yerden kesilmiş gibi hissediyorum. Beni bu kadar çok mutlu ettiğin için teşekkür ederim."
Jonghyun Soohee'ye sarılırken birden bire yüzü düşmüştü. Tam mutluluğu yakalamışken parmaklarının arasından uçup gideceğinden korkuyordu. Bir yalan yüzünden. Kral olduğunu saklamıştı sevgilisinden. Silla kralı olduğunu söylemek istememişti. Onu korkutmak veya baskı altında yaşamaya zorlamak istememişti. O rüzgarın kızıydı. Özgürlüğü severdi. Onu kendi ile birlikte saraya götürmek istiyordu ancak alacağı cevabı tahmin edebiliyordu.
"Soohee ben-" genç kadın onun sözünü kesti.
"Biliyorum, sen tedirginsin ve sorumluluk almaktan korkuyorsun. Bende öyle. Biliyormusun, aslında buralardan kaçıp gitmek istiyorum. Ben bir tüccar'ım , Silla ve Baekje sınırında yaşıyorum. Hergün tehlike ile burun buruna geliyorum. Kore güvenilir bir yer değil. Japonya'ya kaçalım. Oğlumun kılıç veya yay tutmasını istemiyorum, korkmasını ve heran kaçma ve saklanma hissi ile yaşamasını istemiyorum. Senin ve benim gibi savaşın içinde büyümesini istemiyorum Jonghyun. Doktor olmasını istiyorum"
Jonghyun yutkundu. Şu küçücuk bedenin sorumluluklarını anlatmaya cesareti yoktu, onun bir prens olduğunu söylemeye gücü yoktu ve en önemlisi sevdiği kadının hayallerini yıkmaya hakkı yoktu..
"Ismi ne olacak.." titreyen sesi ile yeniden oğluna döndü.
"Changkyun.. Eğer sende uygun görürsen adını Changkyun koymak istiyorum." Soohee oğlunu kucağına aldı ve 'Changkyun' ismini bir iki kez kulağına fısıldadı
"Changkyun, hadi babana gel" Jonghyun oğlunun kokusunu iyice içine çekti. Onlara güzel bir hayat sunabilmek için elinden geleni yapmaya kararlıydı.
_______________________________________
"Jonghyun!!! Nasıl olurda benden bir kral olduğunu saklarsın." diye bağırdı genç kadın.
"Soohee sakin ol." Jonghyun ona yaklaşmaya çalışırken, Soohee ondan dahada fazla uzaklaşıyordu.
"Üzgünüm majesteleri. Benimle gönül eğlendirmek istediğinizi anlamalıydım ama bilmenizi isterim ki oğlumu o saraya göndermeyeceğim. Onu diğer çocuklarınızın ve eşlerinizin arasına atmayacağım." Soohee korkudan perdenin arkasına saklanmış, bir yaşındaki oğluna baktı.
Jonghyun sinir ile başını iki tarafa salladı.
"Bak, ben evli değilim ve tek bir oğlum var oda Changkyun. Seni saraya zorla götüremem, Changkyun'un oğlum olduğunu herkesten saklayabilirim ama yalvarırım benden vazgeçme." Sonlara doğru sesi titrese bile, dik durmaya çalışıyordu kral.
Saraya döndüğünde yeniden yanlızdı. 'Baba' diyen, tombul yanaklı oğlu yoktu yanında. O çok sevdiği sevgilisi yoktu. O sıcaklığa o kadar ihtiyaç duyuyordu ki.
"Majesteleri.." Oda kapısı hafif aralanmıştı.
"Bana majesteleri diye seslenme Minho! Benim senden bir farkım yok.." Bazen sinirlerine hakim olamıyordu..
"Jonghyun, Kral olduğunu unutuyorsun." diye fısıldadı Minho göz kırparak.
"19 yaşındayım. 17 yaşıma basmadan taht'a geçtim. Babam bu kadar erken ölmek zorundamıydı?" başını masaya koyup derin nefes aldı.
"Sana kötü haberlerim var."
_______________________________________
"SOOHEE!! AÇ ŞU KAPIYI" Kapı açılır açılmaz Silla askerleri içeriye girmeye çalıştı.
"Jonghyun ne oluyor burada??" Soohee Jonghyun'u affetmiş olmasada, arada sırada oğlunu görmesine izin veriyordu. Diğer ziyaretlerin aksine bu defa kral askerleri ile evini basmıştı.
"Bana yalan söyledin! Senin benden bir farkın yok Shin Soohee! Daha doğrusu Prenses Shin Soohee!" Jonghyun kılıcı ile Soohee'yi işaret etti.
"Jonghyun! Ben Baekje'den ayrılalı 15 yıl oldu. Ben Prenses falan değilim. Ne yapmaya çalışıyorsun?" Soohee sevdiği adamın gözlerinin içine baktı. Ona doğruyu söylediğine inandırmak istiyordu ama Jonghyun'un öfkesi baskındı.
"Baekje'den kaçman, Baekje prensesi olduğun gerceğini değiştirmez! Ne yani? Changkyun'u Silla'ya göndermeme sebebin, Baekje'ye olan bağın mı? Silla prensini Baekje'ye mi göndereceksin?" Jonghyun bağırıp, çağırmaya devam ederken askerler küçük prensi evden çıkarmışlardı.
"Changkyun benimle geliyor." Jonghyun Changkyun'a yaklaşıp elinden tuttu.
"Anne?? Anne!" Küçük oğlan annesine döndü ama Soohee sadece olduğu yerde göz yaşı döküyordu. Changkyun'u, oğlunu ne kadar çok korumak istesede o bir prensti. Silla prensi.
"Korkma oğlum. Seni bulacağım ve bulduktan sonra asla bırakmayacağım."
_______________________________________
8 yıl sonra
"Jonghyun.. Chang'a silah eğitimi vermenin zamanı geldi."
Jonghyun oğlunu izledi. Çicek topluyordu.
"Hayır."
Minho kaşlarını çattı ve elindeki listeyi inceledi..
"Ne demek hayır? O dokuz yaşında."
Jonghyun gülümsedi
"Changkyun yay veya kılıç tutmayacak. Ona kalem ve fırça tutmayı öğretin."
Minho daha fazla soru sormadan Jonghyun'un yanından ayrıldı. Kralın yaşlı gözlerini görmeden, son cümlesini duymadan..
"Soohee böyle isterdi.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prens Changkyun
FanfictionO resim yapmayı severdi. Fırça tutmayı bilirdi, kılıç değil. Babası, Kral Kim Jonghyun aniden Baekje savaşından sonra kaybolunca tutunacak tek bir dal kalmamıştı. Tek kılıçlar değil, her bir ok bile onu işaret ediyordu artık. Rahibeler Kral Jonghyun...