Saray kapısı yeniden, büyük bir şiddetle açıldı. Kapıdan atı ile giren tanıdık adam kılıcını havaya kaldırdı.
"HERKES DURSUN!!"
Minho son anda kılıcını Changkyun'a saplamaktan vazgeçip geri çekilmişti. Sinirden hızlı hızlı solumaya başladı. Herkesi gebertip, bu küstahlığa bir son vermek istiyordu. Bu insanlar ne zamandan beri koskoca Silla'yı kolay lokma olarak görmeye başlamıştı? Neden bu görüntüyü onlara sunmuşlardı?
Atından inen adam sinsice gülüp Jonghyun'a yaklaştı
"Dostum, duydum ki oğlun arkandan iş çeviriyormuş. Ne yazık ama. Doğrusu bu durumda daha çok ebeveynlere dönmek lazım. Onu iyi yetiştirememişsin. Sokak köpekleri gibi saldırmaya kalkıştı."
Jonghyun sinirden köpürsede, ona boyun eğmek zorundaydı. Silla askerleri Changkyun'a katılmıştı ve Jonghyun'a yardım eden askerler ise Baekje askeriydi. Jinki yine yapacağını yapmıştı ve bu sefer ipleri tamamen kendi ellerine almayı başarmıştı.
"Hoseok Changkyun'u bırak. Yeğenimle konuşmayalı uzun zaman oldu."
Changkyun ayağa kalkınca Jinki'nin alaycı bakışları ile karşı karşıya kaldı.
"Komik! Gerçekten komiksin. Düşünsene ekip kuruyorsun ve büyüdüğün topraklara, büyüdüğün insanlara ve atalarına ihanet ediyorsun. Silla'nın sonunu getirmek istiyorsun."
Bir kahkaha daha patlattı Jinki ve Minho'yu işaret etti parmağı ile.
"Daha komik olanda senin gibi duygusal ve yetim birinin sevdiği insanlara zarar verebileceğini düşünmesi. Babanı öldürebilecek misin? Minho'yu?? Jooheon'u bu savaşta kaybetmeyi göze alabilecek misin? Saray mutfağında saklanan, sana hizmet vermiş hizmetkarları gözün kapalı kılıçtan geçirebilecek misin?"
Ve bir kahkaha daha eklendi. Kesinlikle eğleniyordu.
"Senin hedefin eski Joseon sürgünlerini kurtarmakmış ve onlara yeni ve özgür bir yaşam sunmakmış. Peki hiç düşündün mü..?Onları kurtarmak için kendi halkını ezdiğini, kendi insanlarını öldürdüğünü. Sana lanetlisin diyorlardı hatırlarsın. Lanetli olduğuna inanmıyorum. Sen sadece geri zekalısın."
Changkyun cevap vermedi. Gözü Minho'ya kaymıştı. Gözleri yaşlı bir şekilde kendisine bakıp başını sallıyordu. Hayal kırıklığına uğramıştı, kırılmıştı ve üzülmüştü büyük ihtimalle. Diğer yandan Jooheon acı içinde kıvranıp kolunu tutuyordu.
Sahaya baktığında Baekje askerlerinin çoğu ayaktaydı ve Silla askerleri sayı olarak daha azdı."Halkı saraya bırakın!!!! Kapıları açın!!!" Jinkinin emri üzerine kapılar açılmıştı. Çoğu kişinin evlerinde saklanmalarını beklerken, tam aksine kapının önünde bekleyip krala yalvarıyorlardı.
Jinki Changkyun'u kolundan tutup saray merdivenlerine çıkardı.
"Hey Silla halkı!! Bu gördüğünüz çocuk Prens Changkyun. O ölmedi. Kendisi siyah ekibin kurucusu ve Silla'yı ele geçirmeye geldi. Bu çocuk Kral Jonghyun'un ve Prenses Soohee'nin oğlu. Baekje ve Silla kanını taşıyan bu çocuğa lanetli damgası erkenden vuruldu. Önlem alınmadığı için Silla, Baekje ve Goguryeo onun lanetine düştü. Bugün onu herkesin önünde idam edeceğiz ki, bir daha böyle bir durum ile karşılaşmayalım."
Changkyun sessizce kendisini izleyen halka baktı. Baekje'li olduğunu öğrendiklerine göre ondan dahada fazla nefret edebilirlerdi. Changkyun alışıktı sövülmeye, taşlanmaya, nefret kusanlara ve kanlı güvercinlere. Changkyun alışıktı nefrete. Fazla acıtmayacaktı herhalde ama uzun bir zaman geçmişti aradan. Bu ortamdan kaçalı uzun bir zaman olmuştu. Umarım kalbi bu sefer fazla sızlamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prens Changkyun
FanfictionO resim yapmayı severdi. Fırça tutmayı bilirdi, kılıç değil. Babası, Kral Kim Jonghyun aniden Baekje savaşından sonra kaybolunca tutunacak tek bir dal kalmamıştı. Tek kılıçlar değil, her bir ok bile onu işaret ediyordu artık. Rahibeler Kral Jonghyun...