Soohee gözlerini kısarak karşısında boyun eğen askeri izledi.
"Ne demek isteğimi geri çevirdi??? Bu ne cüret??" Aniden ayağa kalkıp, saçlarını geriye savurdu.
Asker cevap vermekten korktuğu için sessiz kalmayı tercih etmişti.
"Içeriye girdin mi peki?" Soohee sakin olmaya karar vermişti.
Asker başını sallayıp, dudaklarını kemirdi.
"Mağaraya girmeme izin vermediler, fakat mağara ile göz boyadıklarını düşünüyorum. Jinsong Hyung onların yerin altında yaşadıklarını ve oraya baraka kurduklarını söyledi. Siyah giyinmeleri ve yaşam tarzlarını değiştirmeleri sebebi ile onlara "Şeytan'ın kuklaları" diye seslenen birçok insan var. Onun dışında 'Efendimiz görüşmeyi redetti' dedi beni karşılayan adam. Yani başlarında saygı duydukları biri var."
Soohee başını salladı. Nereden çıkmıştı bu grup? Yaptığı araştırmalara göre olağanüstü savaş yeteneklerine sahip kişilerdi, aşırı kıvrak zekalı kişiler tarafından yönetilen bu grup, tek Baekje ile değil, aynı zamanda Silla ve Goguryeo ile de dalga geçiyordu. Duman bombaları mı? Askerlerin kaşınmasını sağlayan iğneler mi? Farklı takvim ve özel pusulalar mı? Onlarda hepsi mevcut'du. Kim bilir daha neler vardı, bilmedikleri. Bu insanlar kimlerdi? Doktor mu? Keşhiş mi? Peki ya hedefleri?
"Ekselansları? Ne yapmamızı istersiniz?" Asker onun düşüncelerini bölüp, ilgiyi üzerine çekti.
"Ne olursa olsun o kabileden herhangi birini yakalayıp buraya getireceksin."
Itiraz istemediğini belli eden ses tonunu kullanıp, parmağı ile kapıyı işaret etti. Askerlerin korkak davranışlarından usanmıştı. Jinki'nin ricası olmasa, yola çıkıp kendi elleri ile öldürürdü o 'efendiyi'.
_______________________________________
"Efendim.. saldırmamız lazım." Abisi sesini yükseltmişti..
"Hyung, yapamam." Tek bir hamle ile ekibini geriye çekti genç efendi.
"Changkyun!!" Abisinin sinirlendiğini fark etmişti ama isteğini yerine getiremezdi.
"Hyung.. Tuz dağını ziyaret etmemiz gerekiyor. Lütfen atları hazırlamalarını söyle."
Bu sözlerinden sonra abisi göz devirerek yanından ayrılmıştı. Changkyun bir süre olduğu yerde durup, saldırmak istedikleri karavanı seyretti. Silla bayrakları rüzgar ile savruluyordu. Özlemiyor değildi.. Bazen ama gerçekten sadece bazen özlüyordu büyüdüğü yeri. Babasını, Minho'yu, Jooheon'u ve karavanın içinde oturan, yelpazesini sallayan Kibum amcasını..
"Amca.. Ne yaptığımı bir bilsen bana çok kızardın. Artık geri dönüş yok. Eskisi gibi güvercinlere üzülmek isterdim. Beni sinirden kovaladığın günleri ve sonrasından dövmeye kıyamadığın için öpücükler ile boğduğun günleri özledim. O zamanlar hayatımın berbat olduğunu düşünürdüm. Beterinde beteri var amca."
Amcasının karavanı göz alanından uzaklaşınca Changkyun gözlerini silip el salladı.
Herşey yeni yeni yerine oturmaya başlamıştı. Daha aşacağı bir ton zorluk vardı, binlerce engel. Belkide aşamayacaktı, kim bilir? Arkasında yol arkadaşları vardı. En azından onları hedefe yaklaştırmak istiyordu. Finali yapmak zorunda değildi ama emek vermeden, acı çekmeden ölmek istemiyordu. Taemin'in değimine göre bu huyu annesine benziyordu. Changkyun gülümsedi. Ölmeden önce ona bir kez daha sarılmak istiyordu.
_______________________________________
"Majesteleri. Ben ve diğer rahibeler emrinizden ayrılmak istiyor efendim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prens Changkyun
FanfictionO resim yapmayı severdi. Fırça tutmayı bilirdi, kılıç değil. Babası, Kral Kim Jonghyun aniden Baekje savaşından sonra kaybolunca tutunacak tek bir dal kalmamıştı. Tek kılıçlar değil, her bir ok bile onu işaret ediyordu artık. Rahibeler Kral Jonghyun...