6

146 16 59
                                    

Soohee Jonghyun ile göz göze gelmişti. Uzun zamandır o çok sevdiği kahverengi gözlere bakamamıştı. Içinde birşeylerin koptuğunu ve içten içe parçalandığını hissedebiliyordu. Yıllar sonra bile kalbi hala onu gördüğü ilk günkü gibi çarpıyordu.

"Soohee?" Jonghyun gözlerini sevdiği kadının yüzünde gezdirdi.

"Ne işin var senin burada?" Soohee Jonghyun'un sesindeki endişe ve huzursuzluğu sezmiş olsa bile, sessiz kalmayı tercih etmişti.

Gözleri kan lekelerini takip edip koluna odaklanmıştı.

"Ok mu saplandı?" Soohee bu soruyu sesli söylemek istememişti ama maalesef içindeki endişe dışa yansımıştı. Neden umursamaz davranamıyordu?

"Soohee! Senin buradan gitmeni istiyorum!" Jonghyun aniden ciddileşip etrafına baktı.

"Bu zamana dek zaten hep senin isteklerin oldu Jonghyun." Soohee'de ciddileşip, kaşlarını çattı. Karşısındaki adama karşı hissetikleri duyguların önüne geçemesede, kendini daha fazla küçümsemeyecekti.

"Bana ne yapıp, ne yapmayacağımı söyleyemezsin! Ben senin emrin altında yaşamıyorum Jonghyun. Şimdi bana cevap ver. Burada yaralı bir şekilde uzanman, savaş alanında savunmasız ve yanlız olman ne anlama geliyor? Silla savaşı kaybediyor öylemi?"

Jonghyun gözlerini yere çevirdi. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ordunun ne durumda olduğunu ve sarayda neler olup bittiğini bilmiyordu. Soohee'ye olanların özetini geçmek isterken, sevdiği kadının yüzü aniden solmuş ve elleri titremeye başlamıştı.

"O-oğlum?" Soohee nefes alamıyormuş gibi hissedince, elini göğüsüne koydu.

"Changkyun saray'da." Jonghyun onu sakinleştirmek istiyordu, elini tutmak, sarılmak ve parmaklarını o ipek saçlarına dolamak istiyordu, fakat buna hakkı yoktu.

Soohee Jonghyun'a aniden tokat attı. Yakalarından tutup, onu kendine doğru çekti.

"Baekje ordusu saraya doğru ilerliyor olabilir, seni pislik! Babası burada yerlerde sürünürken, onun nasıl güvende olduğunu düşünebilirsin?? Yıllar önce oğlumu sana vermemeliydim!!! Nasıl olurda onu seveceğini, koruyacağını ve ona daha iyi imkanlar sunacağını düşünebildim!"

Soohee teker teker düşen gözyaşlarını  umursamadan konuşmaya devam etti.
Jonghyun ise cevap vermiyordu. Soohee haklıydı. Jonghyun, bir baba olarak Changkyun'u çoktan kaybetmişti. Onu ona sarayı dar eden insanlardan koruyamamıştı. Yanında iken kolunu omzuna atamamıştı, şimdi nasıl olurda onu Baekje askerlerinden koruyacaktı.

"Changkyun'un tek bir saç teline zarar gelirse, seni kendi ellerimle öldürüm. Bunu yaparım, biliyo-"

Soohee'nin sözü, Jonghyun'un onu kendisine çekip, dudaklarını birleştirmesi ile yarıda kesilmişti. Soohee ona karşı koymak istesede, belini saran o güçlü kollara karşı hiçbirşey yapamayacağını biliyordu. Nefessiz kalınca, gözyaşları ile ıslanan yüzlerini birbirinden ayırdılar. Geçmişte yaşadıkları anıları unutmak isteselerde, bu ikisi içinde mümkün değildi. Hala yirmili yaşlarında iki gençti onlar. Bazen çok erken sorumluluk almış, çok çabuk yaşlanmış gibi hissediyor olsalar bile, hızla atan kalpleri onlara hala hiçbirşey için geç olmadığını söylemeye çalışıyordu.

Jonghyun elini Soohee'nin yanağına uzatıp gözyaşlarını sildi.

"Özür dilerim."

_______________________________________

"Hey! Şunu ye." Taemin elindeki ekmeği ikiye bölüp, diğer yarısını prense uzattı.

Changkyun onu görmezden gelmeye devam ediyordu. Taemin aniden onun odasına girince bile korkmamıştı Prens. Kimse zarar görmesin diye Taemini sakince takip etmişti. Hayatını tehlikeye attığını bile bile. Taemin onu bir mağaraya götürmeye karar vermişti. Baekje veya Silla askerlerine yakalanmak istemiyordu.

Prens ChangkyunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin