3 • eyes

2.5K 272 95
                                    

3

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

3.Bölüm • Gözler

Elime dolanan eller ile yavaşça titredim. Koca bir kabalığın ortasında, yaptığımız anlaşmanın ilk yalanları atılmıştı biraz önce. "Prenses Rose bulundu!" diyerek bağırmıştı Seulgi, şaşkınlığa yenik düşen halkın arasında.

Bakışlar üzerime öyle bir işlemişti ki, sadece bir anlığına kendimi gerçek bulmuştum. Hayatım sahteydi, şimdi büründüğüm kişilik sahteydi ve en önemlisi nefes alışverişlerim bile sahteydi. Ancak bu öyle hiçlikten doğan bir duyguydu ki, halkın umutlu bakışlarının altında kendimi birkaç saniyeliğine gerçek hissedebilmiştim.

Prenses Rose her kim ise çok şanslı olmalıydı, her ne kadar kendisi bulunmamış olsa bile onu çokça seven bir halk vardı. Ya da benim o olduğuma inanan mâsum bir halkın, masum bir sevgisi vardı.

"Tanrım inanamıyorum Rose! Buradan aceleyle çıkıp gittiğinde ve geri dönmediğinde senin birileri tarafından öldürüldüğünü bile düşünmüştüm." adını bilmediğim siyah saçlı, başındaki tacında gümüş harflerle 'Jisoo' yazan kız ellerimi daha sıkı kavradığında bozuntuya vermeden gülümsemeye çalıştım.

Neler döndüğünü bilmiyordum ancak kendimi anın akışına bırakmaya çalışıyordum. Sanırım bunu yapmakta pekte başarılı değildim çünkü Seulgi ile planımız harfi harfine tamamlandığında aniden yanımdaki kız tarafından bu koca saraya getirilmiştim.

"Bana kaybolduğunda nerede olduğunu söyleyeceksin değil mi? Babanın krallığına seni sağ salim teslim edeceğime söz verdim lakin seni bizim krallığımıza geldiğin ilk gün kaybettim. Sahiden Rose, o gün nereye gittin ve neden haber vermedin?"

kızın bana yönelttiği soruyla ne söyleyeceğimi şaşırırken bir yandanda aklıma yavaş yavaş oturan parçalarla seviniyordum. Bahsedilen prenses, bu saraya yanımdaki kız yüzünden gelmiş olmalıydı ve anlaşılan o ki kaybolmadan önce de bu saraydan kendisi aceleyle ayrılmıştı.

Ancak yerine oturmayan parçalar daha ağır basıyordu. Prenses Rose bu saraydan ayrılmadan önce neler yaşanmıştı?

Adının Jisoo olduğunu ve Prenses olduğunu tahmin ettiğim kızın sorusunu uzun süre yanıtlamadığım için sessizliği hemen bozdum.

"Sadece hava almaya çıkmıştım. Sonrasında da yolumu kaybettim zaten."

"Ne yani kardeşimle aranda kötü bir tartışma çıkmadı mı?"

şaşkınlığım gitgide artarken bunu yüzüme de yansıtmış olmalıyım ki, Jisoo'nun boğuk sesi bir kez daha ortaya çıkmıştı.

"Yani Jungkook'tan bahsediyorum. Bilirsin kendisi oldukça zor biri ve kendi alanlarına girilmesinden hoşlanmaz."

ellerimdeki eller yavaşça kayarken söyleyeceğim bir sonraki yalanı düşündüm. Yanımdaki kız kaybolan Prenses Rose'un bu saraydan neden ayrıldığını açıkça bilse de lafı gevelemeye çalışıyordu. Ancak benim asıl anlamadığım, Jungkook kimdi ve onun alanına girmekte ne demekti?

Dün tanımadığım genç çocuğunda ağzından bu ismi duymuştum. Anlaşılan o ki Jungkook yanımdaki kızın kardeşiydi ama bunu bilmek benim için yeterli değildi. Bu şehirde tam olarak neyi ifade ettiğini bilmeliydim, kimin yakını olduğunu değil.

"Kutlama bütün gece devam edecek Rosie ancak sen yeniden aramıza katılamayacak kadar yorgun görünüyorsun. Bu konuları yarın ayrıntısıyla konuşuruz, sen odana gidip uyumalısın. Bende kutlamada olacağım." başımı olumlu olarak salladığımda yanımdan ayrılan Jisoo ile derin bir nefes aldım.

Onunla iletişim kurmakta zorlandığımdan beni yorgun zannetmişti. Eğer biraz daha yanımda dursaydı sorduğu soruyu cevaplamak zorunda kalacaktım ve Otivia Kraliyeti'ne ait biri değilken bir yalan uydurmak bile benim için zordu. Etrafı büyük bir sessizlik kapladığında hızlıca etrafıma bakındım.

Jisoo bana odama gitmemden bahsetmişti ancak bahsettiği oda neredeydi? Dişlerim ile alt dudağımı dişlerken bulunduğum uzun koridordan birilerinin geçmesini bekliyordum ancak yoktu.

Saraydaki görevlilerde herkesin söylediği o kutlamaya gitmiş olmalıydı. Birkaç dakika daha orada öylece soru sorabileceğim birilerini bekledikten sonra mecburen kendi yolumu kendim bulmaya çalışıyordum.

Korkak adımlarım büyük avizelerin süslediği merdiveni bulunca merdivenlerin sonu gelene kadar yukarıya çıktım. O kadar çok basamak çıkmıştım ki sarayın son katına ulaştığımda soluklarım bütün sessizliği bozuyordu.

Sarayın en üst katına gelmemin sebebi misafir odalarının sadece bu katta olabileceği düşüncesine sahip olmamdı. Büyük bir kraliyet için misafirler pekte önemli kişiler olarak görünmeyebilirdi bu yüzden onlara sarayın en kuytu köşesi verilmiş olma ihtimali benim için daha muhtemeldi. Bu yüzden tereddütsüz en son kata gelmiştim.

Etrafıma yeniden ürkek gözlerle baktım. Bu sarayın içinde bulunan bir bölge bile tüylerimi ürpertirken en yakın arkadaşım Jennie bu sarayın en kötü köşesinde demir parmaklıklar arkasındaydı.

Jennie ne gibi bir suç işleyipte bu çukura düşmüştü bilmiyordum ancak bildiğim bir şey varsa bu da Jennie'nin bir melek kadar günahsız biri olduğuydu. Ve onu kurtarmak için elimi daha çabuk tutmalıydım. Yarına kadar bir şeyler düşünmem gerekliydi.

Gözlerim biraz ötede bulunan kırmızı kapıya takıldığında hızlıca kapıya doğru adımladım ve ellerimi kapının soğuk kulupuyla buluşturdum. Bu katta bir sürü kapı vardı ancak hiçbirisi gözüme bu kadar endamlı gelmemişti. Siyah kapıların arasındaki bu kırmızı kapı tamda özel misafirlere layık bir odaya aitmiş gibi görünüyordu.

Parmaklarımın baskısıyla açılan kapı gıcırtılı bir ses çıkardığında karşılaştığım karanlık ve kocaman oda ile kalp atışlarım hızlandı.

Ancak kalbimin delice atmasının sebebi odanın karanlık olması değildi. Beni korkutan şey odanın karanlığında günyüzüne çıkan iki çift gözün bana öfkeyle bakmasıydı.

_

Bu kurgu için hâlâ
endişeliyim. Fantastik bir kitap yazmak gerçekten beni endişeye düşürüyor. Bölümde anlatmak istediklerimi tam olarak size aktarıp aktaramadığımı düşünüyorum sürekli.
Umarım kurgunun konusuna birazda olsa aşina olabilmişsinizdir.
Yorumlarınızı bekliyor olacağım!

legend あ rosekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin