Jack'in telefonu çalar:
–Emma git arabamın önünde bekle beni.
–Peki nerede?
–Tam karşındaki restoranın önünde işte. Çabuk git ben de hemen geliyorum.
Kafamı onaylar gibi salladım. Bir sorun vardı. Önümdeki restoranda ard-arda durmuş iki araba vardı. Hangisi onunkuydu? Biri orda düzeyde ucuz gibi duran, diğeriyse fazla şahşalı ve pahalı gözüken spor arabasıydı. Ucuz olanın önünde beklemeyi tercih ettim. Her halde o kadar zengin değildi diye düşündüm. Tam o sırada Jack'in telefonda biriyle tartışır gibi konuştuğunu duydum: "Onların işlerini hala bitiremediniz mi? Her kes benim bölgemdekilere karışılmayacağını bilir. Hadlerini aşmışlar. Bize de hadlerini bildirmek düşer!",- diyordu. "Acaba birini öldürmekten filan mı bahs ediyordu? Katil miydi? Ne bölgesi? Eğer katilse hemen kaçmalıyım. Ama her halde beni bulur. Sanki onda korkulacak ne vardısa. "Hiç bir şey yapamaz bana",-diye içimden mırıldanıyordum. Tam o sırada Jack telefon görüşmesini bitirmiş, bana doğru yürüyordu. Aptalca gülüyordu. Kafasını öne eğmiş sallıyor ve sırıtıyordu.
–Ne var? Neye gülüyorsun?
–Kızım orda niye dikiliyorsun?
–Sen demedin mi arabanın yanında bekle, ben de bekliyorum.
–Dedim, dedim ama, benim arabamın yanında bekle dedim. Biri görürse yanlış anlar mazAllah.
–O zaman bu araba mı senin?
–Tabii ki de! Bana başka türlüsü mü yakışır?
Şaşırmıştım. Böyle biri hangi yollarla bu arabaya sahip olmuş ola bilirdiki? Gerçekten de katilmiydi? Gereğinden fazla açık sözlü olduğum için direkt sordum:
–Hey! Az önce konuştuklarının bazılarını duydum. Doğruyu söyle, katil misin?
Belki de sormamalıydım diye düşünüyordum, ama bu merak içimi yerdi. Yüreğim titriyordu. Acaba ne cevap verecekti. Dahası bana ne yapacaktı.
Biraz durdu, sonra aniden "EVET! BEN BİR KATİLİM",- diye bağırdı. Ardından kahkahalar atmaya başladı.
–Kızım sen delisin. Manyak mısın sen? Ya da fazla cesursun. Hayal gücün bayağı genişmiş. "Katil misin",- diye bi de soruyor ya.
–Dalga geçmesene! Adam gibi soru sordum. Katil değilsen bu arabayı nasıl kazandın? Aşırı pahalıdır kesin. Peki ya telefonda konuştukların? Birini öldürecek gibi konuşuyordun.
–Kızım ilki benim ailem buraların kralları gibidir. En prestijli ailelerdeniz. Gelirim normal yani böyle olması.
–Yani baba parası yiyon ha?
– Oraları karıştırma şimdi. Ama kendim de kazanıyorum. Arada sırada yani. Nerede kalmıştım? Ha, evet ikincisideki sana söylemeyectim aslında, malum öğrendin, yani duydun seni oraya götüreceğim. Kendi gözlerinle görürsen, neler yaptığəmı anlarsın. Saçma sapan şeyler de düşünme artık.
–Peki nereye? Ailem endişelenir.
–Endişelenmez! Onlara biraz gezip tozduğunu, yemek yediğini felan söyle.
–Anlamıyorsun ki?!
–Neymiş anlamadığım?
–Boş ver.
Anlamadığı şey şuydu ki, ailemin buna nasıl tepki vereceğini bilmiyordum. Sonuçta ilk defa dışarı çıkıyorduk ve sanki önümüzden kara kedi geçmişti. Uğursuzluklar hepsi ardı-ardına geliyordu.
"Anne endişelenme. Telefonu kurtardım, az önce de dediğim gibi. Eve geleceğim, ama ilk önce birazcık gezmek istiyorum. Yemek felan da yiyeceğim. Ne de olsa ilk defa seyahat ediyorum. Kendim de bir şeyler görmek, yeni tatlar keşf etmek istiyorum",- diye bir mesaj çektim.
Gariptiki annem düşündüyüm o sıradan anneler gibi "Hayır! Hemen eve geliyorsun!" gibi klişe tepkiler vermemişti. Sadece "Dikkat et",-demişti. Aslında o sıradan anneler gibi tepki vermesini isterdim. Anne kaygısını görmeyi dilerdim.
–Daha ne kadar böyle dalgın duracaksın? Mesaj yazdın ya. Gören de kaçırdım sanacak.
Ne cevap vere bilirdim ki? Tabii ki de beni anlamazdı.
–Ah. Hiç öylesine gözüm takılmış.
–Umarım öyledir. Öyle değilse bile eminim az sonra moralin düzelecektir. Gittiğimiz yerde eminim sevinirsin.
–Nereye gidiyoruz?
–Sürpriz. Ama spoiler vereğim. Eski püskü bir yer.
Acaba beni neden oraya götürüyordu? Yoksa beni öldürecek miydi? O yüzden mi eski püske, kimsenin bakmayı düşünemeyeceği bir yere götürüyordu? Ama "Katil değilim",-demişti ve ailesi buralarda galiba ünlü dediğine göre. Bendeki şansta şans mı, şanssızlık mı artık bilemiyorum.
Bir anda panikledim, kötü düşüncelere hakim olamadın ve bağırmaya başladım:
–Arabayı durdur!
–Ne? İyi misin sen?
–Durdur dedim! Hem de hemen!
Ani şekilde frene bastı. Onun etkisiyle kafam öne deydi. Acıyordu. Ama korkum daha ağır geliyordu.
–Kızım sen deli misin? Niye aniden durdurmamı istedin?
Hiç bir şey söylemedim. Hala korkuyordum. İçimden bir ses de güvenmeli olduğumu söylüyordu. Bir kaç saniye içinde güvenip güvenmemek konusunu düşündüm. Gözlerine baktım ve hemen arabadan çıktım. Bana doğru uzandı. Beni yakalamaya çalıştı. Ama ben çoktan kaçmıştım.
–Hey! Delimisin?! Gel buraya, hem de hemen!
Arkama bile bakmadan koşuyordum, "İmdat! Sapık var! Peşime düşmüş!",- diye bağırıyordum.
–Ne sapığı ya? O konuyu hall ettiğimizi sanıyordum. Offf... Gene mi başa döndük? Ne kadar da inatçısın.
Peşimden koşuyordu. Ben de ondan kaçıyordum. Aniden önümde yaşlı birisini gördüm. Ona doğru koştum. Ona yetişdiğimde soluklanmaya ve derin bir nefes almaya çalıştım.
–Bayım! Lütfen yardım edin. Bu sapık peşimde, ne istiyor bilmiyorum.
–Kızım sakin ol. Kim niye senin peşinde?
Tam o sırada Jack geldi.
–Aptal, aptal haraketler yapıp neden beni utandırıyorsun?
Yaşlı adam beni arkasına aldı, elleriyle kolaçan etti ve Jack'e:
–Genç adam. Orada dur bakalım. Bu kız senden kaçıyordu galiba. Ne istiyorsun ondan? Sapık mısın? Hemen git! Yoksa polis çağırırım!
–Amca inanma bu kıza. Her şeyi yanlış anlatıyor her kese. Lakabımı da "sapık" koydu böyle yaparak.
Amcanın arkasından ona bakıyordum. Gözlerimi süzdürüp dilimi çıkardım ve:
–Yalan söyleme! Sapıksın sen! Peşime takıldın.
–Sen konuşma Emma! Amcayla konuşuyorum. Amcacım bak bu kadar yolu birlikte geldik, hatt onu gerçek sapıktan kurtardım. Şimdiyse bana nankörlük yapıyor.
–Ya kaçırdıysan bu kızı? Zorla bindirdiysen?
–Vallahi de zorlamadım. Kendi rızasıyla bindi. Yani bizde teklif var, ısrar yok.
–Kızım bu genç adam ne diyor?
–Amca onu dinleme aklını çelmek istiyor. Evet kendi rızamla bindim ama...
–Emma sus artık! Amcacım bak. Bir-birimizin ismini biliyoruz. Arabama rızamla binmiş. Hayatını kurtarmışım. Sence gerçekten de sapık olsam, neden daha önce zarar vermezdim?
Sonra Jack o yaşlı adamı kenara çekti. Biraz konuştular. Güle-güle geri döndüler.
–Kızım bak bu iyi bir çocuk. Sana haksızlık etmiş ola bilir. Ama seni seviyor. Onu kırma. Yalan da söyleme artık. Hadi git.
–Amca ne diyorsun? Ne sev...
–Emma, sen zaten çok fazla konuştun. Hadi gidelim hayatım.
–Ne hayatımı be?
Tam o sırada ağzımı kapadı. Arabaya doğru sürüklüyordu. Jack'i dirsekliyor, dövmeye çalışıyordum. Yaşlı adam da kızarmış bana el sallıyor, gülüyordu. "Ah! Gençlik insana neler yaptırırmış",-diyordu. Ben de ağzım bağlı bir şekilde mecbur arabaya bindim. Yine kaçmaya çalıştım. Bu sefer beni yakaladı.
–Yeniden olmaz!
Çabucak kaçmamam için arabaya bindi. Kapıları kitledi. Arabayı sürmeye başladı.
–Emma! Az önce olanlar neydi? Neden öyle bir şey yaptın? Beni gerçekten sapık olarak mı görüyorsun? Bu kadar mı korkuncum?
–Asıl sen cevap ver! Adama ne dedin de öyle kızardı ve ikna oldu?
–Üzgünüm. Söylemem. Ama mükemmel konuşmamdan ve acayip yakışıklılığımdan etkilenmiş olmalı.
Tam o sırada onu dövmeye başladım. "Söylemeyeceksen seni söyleyene kadar döverim"
–Ayh! Tamam, tamam! Dur artık! Acıyor! Söyleyeceğim! Vallahi de! Araba kullanıyorum, kaza yapacağız. Bu yaptığın faşistlik!
–Hadi söyle!
–Önce sen söyle. Yoksa vallahi de kayb ederim seni?
–"Kayb ederim seni" mi?
–Evet. Yolunu bulamazsın. Hadi şimdi çabuk konuş. Neydi o aptalca haraketler?
–Sapık olduğunu düşündüm tamam mı?!- yüzüm kızarmış halde bağırıyordum.
–Neden ki? Kendimi ıspatlamadım mı yeteri kadar?
–Sen öyle "Gideceğimiz yer eski püske bir yer" deyince, aklıma bin türlü bir şey geldi. Sonra da o telefon konuşman üstüne eklenince iyice korktum.
Kahkaha atarak bana bakıyordu.
–Sen deli misin? Her kese zarar veririm, ama asla ne çocuklara ne de kadınlara zarar vermem. Sonuçta korumam gereken imajım var.
–O zaman nereye gitdiyimizi söyle ki kafam sakinleşsin.
–Söyleyemem. Sadece şunu söyleye bilirim ki, telefon konuşmasıyla gideceğimiz yerin bağlantısı var. Seni mutlu ede bilmek için yaptım her şeyi. Sense tamamen yanlış anlamışsın.
–Mutlu mu? Birinin işini bitirmekten bahs ediyordun? Benimle ne alakası var ve dahası bunun nesi beni mutlu eder ki?
–İşini bitirmek derken, yani sürmekten bahs ediyordum.
–Sürmek?
–Evet benim bölgemde benden izinsiz iş yapanları sürüyorum. Yani sınır dışı ediyorum.
–Senin bölgen mi? Ne kadar geniş alanı kapsıyor ki?
–Tüm şehri?
–T-Tüm ş-şehri mi?
–Dedim ya, ailem çok önemli iş adamları. Bütün İtalya tanır onları. Fakat buralarda çok çakallar oluyor. Benim bölgemde bein insanlarıma kötülük yapmaya cesaret ediyorlar. Ben istesem bile katil olamam. Ailemin itibarını yok edemem. Yani senin düşündüyün kadar kötü biri değilim. Sadece kendimce adaleti sağlıyorum.
Kızarmıştım ve utanmıştım, hem de çok. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Hayatımda en son ne zaman bu kadar kendimi kötü, suçlu hiss etmiştim bilmiyorum. Kısık bir sesle:
–Özür dilerim...
O da hemen şakaya çevirdi.
–Ne dedin? Duyamadım.
Gülümsüyordu. Kaşlarını kaldırıp bana bakıyor ve tekrar etmemi istiyordu. Ama duyduğunu biliyordum. Tekrarlamayı sevmezdim. Sinirlendim:
–Şimdi sıra sende! Yaşlı adama ne dedin?!
Gözlerini süzdürdü. "Offf...",- dedi ve ileri bakmaya başladı. Sadece arabasını sürüyordu. Bir kaç dakika bekledim. Belki cevap verir diye. Ama vermedi. Bend e sinirlendim ve:
–Hey bir cevap ver! Bekliyorum!
Bağırmıştım. Jack de silkilmişti. Kaşlarını çatıp bana baktı:
–Deli misin sen? Ödüm kotu be!
–O zaman söyle!
–Neyi?
–Tekrar etmeyeceğim. Sen biliyorsun neyi!
–Tamam, tamam. Pes ediyorum. Söylüyorum, hadi iyi dinle. Yaşlı adamı kenara çektim ve ona aslında bizim sevgili olduğumuzu söyle...
Sözünü ağzında kesmiştim.
–Dur! Ne?! Daha bu gün tanıştığım biriyle sevgili olmak mı? Delirdin mi? Gerçekten de böyle demedin değil mi?
–Hayır. Dedim.
–Ahh! Sen delisin!
–Devamında ne dediğimi bilmek istemiyorsun galiba.
–Tamam söyle.
–O zamam bir daha lafımı bölme! Fikrim bittikten sonra ne istersen söylersin. Tamam mı?
–Hıh! Tamam.
–Evet. Sonra bizim aslında uzun yıllardır bir-birimizi sevdiğimizi, senin bana aşık olduğunu, hep peşimden koştuğunu benim de dayanamayıp sana acıdığımı bu yüzden seni sevdiğimi söyledim.
Gözlerim açık, ağzım yamulmuş bir şekilde ona bakıyordum:
–Cidden böyle söylemedim de!
–Söyledi...
Dövmeye başlamıştım. Çok sinirlenmiştim. O da vurmamam için bana yalvarıyordu. En sonunda:
–Tamam, üzgünüm yalan söyledim. Öyle dememiştim.
–Yamultmadan ne dediysen hepsini anlat, hemen!
–Bir- birimizi sevdiğimizi ve uzun yıllar peşinden koştuğumu söyledim. Ama dün gece barda çok içtiğim için bir kızı sen sanıp konuştuğumu ve senin de beni basmak için geldiğinde bunu görüp benden küstüğünü söyledim. Sonrada bana acı çektirmek için tanımıyormuşsun gibi davrandığını, kendimi aff ettirmek için arabaya bindirip güzel bir yere götürmek istediğimi ve senin de benden kurtulmak için yalan söylediğini anlattım.
Ağzım açık kalmıştı. Öyle ki sinek girecek diye endişe ediyordum. Gözlerim de ona eşlik ediyordu. Fal taşı gibi açılmıştılar. Yerimde dura kalmış onu alkışlamaya başlamıştım.
–Ne hayal gücü ama? Sen nasıl mükemmel bir yalancısın?
–Eh! Arada lazım oluyor diye bir iki pratik yapıp kendimi geliştirmiştim.
–Delisin sen! Beni nereye götüreceksen çabuk götür. Sıkıldım artık. Eve gitmek istiyorum.
–Tamam kızma. Götürüyorum zaten. En azından sapık olmadığımı, niyetimin kötü olmadığını anladın. Beş on dakikaya kadar varırız zaten.
–Ne kadar çabuk varırsak o kadar çabuk kurtulurum senden.
Sinirli bir bakıç attım. Gözlerimi süzdürdüm. Kollarımı "X" gibi yaptım ve önüme döndüm. Yol boyu neredeyse hiç konuşmadık.
Sonunda o eski püskü dediği yere vardık.
–Burası mı?
–Evet. Ne o, beğenemedin mi?
–Hayır, hayır. Sadece İtalya gibi bir ülkede, hele bir de Milano şehrinde böyle dökük, çöplük yerler ola bileceğini tahmin etmezdim.
–Ehh! Ne sandın? Hangi ülkenin çör-çöp yeri yok ki? Her şey göründüyü gibi değildir.
–Orası öyle. Şimdi daha da iyi anladım.
Konuşma bittikten sonra arabadan indik. Eski bir fabrikaya benziyordu. İçimdeki korku hala gitmiş değildi. Buna rağmen ona güveniyordum. Korktuğumu belli etmemeye çalıştım. Görünen o ki, anlamıştı ya da hiss etmişti. Bana doğru yaklaştı. Elini omuzuma koydu. Kafamı yukarı kaldırdı:
–Sakın korkma. Ben varken kimse bir şey yapamaz sana.
Ben de cesur olduğumu kanıtlamak için korkusuz gözükmeye çalıştım. Gözlerimi hiç kırpmadan onun gözlerinin içine baktım. Kaşlarımı çattım. Sesim titremesin diye boğazımı temizledim. Ellerini omuzumdan ittim
–Korktuğumu nerden çıkardın? Kimmiş korkan?
–Ne bileyim? Yarım saat öncesi aklıma geliyor da.
Utanmıştım. Dahası kızarıyordum. Belli etmedim. En azından çalıştım.
–Neyse ne. Unuttum gitti işte.
–Yüzün öyle demiyor ama.
–İçeri girecek miyiz? Yoksa gideceğim.
–Konudan sapmanın mükemmel yolu.
Sinirlendim. "Tamam öyle olsun."-dedim. Arkamı dönüp gidecektim. Tam o sırada beni yakaladı:
–Bir kez daha senin yüzünden kimseye yalan söyleyemem. Düş önüme hadi!
–Ha şöyle. Sonunda.
Burası tam neresiydi bilmiyorum, ama fabrika adlandırmıştım. Sanki bu dünyaya ait bir yer değildi. Buraya ait olamazdı. Yanık ve yıkıktı. Her halde fareler bar açmıştır diye düşünmeden edemiyordum.
Jack yerimde durduğumu gördü ve kolumdan ani bir şekilde tutup beni içeri sürükledi. "Hey! Ne yapıyorsun? Öküz! Biraz yavaş!". O ise hiç bir sözüme tepki vermiyordu. Beni içeri götürdü.
–Şimdi bu merdivenleri çıkacağız. Sürpriz tam önünde.
–Tamam. Peki kaç kat çıkacağız?
–Bilmem. Hiç saymadım. Ama sonuna kadar çıkacağız.
–Ne? Dalga mı geçiyorsun? Kim bilir ne kadar zamandır burayı sahiplenmişsin, kaç kat bilmiyor musun?
–Hayır. Öyle boş işlerle vakit harcamıyorum. Zaten fazla da değil. Bence. En fazla 5 kattır.
–Üff... Tamam be. Hadi hemen çıkalım. Amma vıdı-vıdı yaptık.
Kafasını "Bana uyar" der gibi salladı. Hemen merdivenleri çıkmaya başladık. Her bir kat çıktıkca korkum iki katına artıyordu.Düşünsenize daha yeni tanıdığınız biri size "Sürprizim var sana",-diyor. Ne düşüne bilirdiniz ki? Son kata gelmiştik. Öyle hiss ediyordum. Çünkü saymıştım ve tam dört kat çıkmıştık. Yani sondu bu. Tam bu sırada Jack beni durdurdu
–Ne oldu? Ne istiyorsun?
–Yaptığım şeye nasıl karşılık verirsin bilmiyorum, ama umarım kızmazsın, sadece birazcıkta olsa mutlu olursan sevinirim.
–Seni hiç anlamıyorum. Benim için bunca şeyi niye yapıyorsun? Beni daha yeni tanıyorsun.
–Kim bilir?
–Ne demek ki...
–Hadi çık artık.
Son katı da çıkmıştık. "Şimdi sağa dön",-dedi. Aman Allahım! Gözlerime inanamamıştım. Tam karşımda birisi oturuyordu. Onun yanında da başka biri. Kafalarında torba vardı. Galiba ağızlarında da bant. Çünkü zar-zor konuşuyorlardı. Yanlarında başka kimse yoktu. İçlerinden biri "Yalvarırım, lütfen bir daha yapmayacağız. Bizi affet",-diyordu. Ötekiyse " Evet, evet yapmayacağız. Gelen sensin biliyoruz. Lütfen orada durup bize cevap vermemezlik etme",-diyordu. Adamların bedeni titriyordu. Her halde çok korkmuşlardı. Kim bilir bu cani onlara ne yapmıştı. Galiba bu fabrikada sadece ben, Jack ve birde bu zavallılar vardı.
Çok sinirlenmiştim. Kendimi tutamadım. Jack'e döndüm ve:
–Bu ne şimdi? Bununla mı mutlu olacaktım? Gerçekten öyle mi düşünüyorsun?
–Aptal kız! Bu yalvarışların ardındaki pislikleri gördüğün zaman da böyle düşüne bilecek misin?
–Her ne olursa olsun onlara bunu yapmaya hakkın yok!
–Benim insanlarıma bulaşırlarsa var!
–Sen kendini ne sanı...
–Dur bir dur!
Beni susturdu. Adamların önüne geçti. Kafalarındaki torbaya benzer şeyi çıkardı. Ağızlarında tam da tahmin ettiğim gibi bant vardı. Onları da açtı.
–Peki şimdi ne diyorsun Emma? Hala düşüncen aynı mı?
Gözlerim öylece kala kalmıştı. Elimin işaret parmağını sağdaki adama uzattım. Kısık bir sesle konuşmaya başladım.
–Sen?
Gözlerimi Jack'e devirdim. O da bana sinsi gülüşüyle baktı. Sanki geleceği görmüş ve kendinden çok eminmiş gibi.
–Jack? Bu ne demek oluyor?
–Ne görüyorsan o işte.
–Eee ne yapayım şimdi? Neden polise vermedin bunu ki?
–İlk önce söylediğim gibi kendi adaletimi sağlamalıyım.
Gözlerimi kocaman açtım. Çenem titremeye başlamıştı.
–Nasıl yani? Öldürecek misin?
–Hayır tabii ki de. Ben her şey ola bilirim, ama asla katil değilimdir. Sadece bu iki pisliğe senin canını yaktıkları için hesap sormanı istiyorum.
–Sağdakini anladım da soldaki ne yapmış ki?
–Aferin! Sağdaki evet hırsız olan ve sana bıçak çeken. Ama en kötüsü soldakı. Ben yetişmeseydim, seni arkadan bıçaklamaya çalışacaktı. Tabi ben hemen onu aradan çıkardım. Sen anlamadın bile. Biz gittikten sonra adamlarımla konuştum, tabii onu da görmedin. Onları buraya toplamalarını söyledim. Sağdakini hall etmek kolay oldu. Zaten hareket edemiyordu. Ama soldaki bizi uğraştırdı. En kötüsü de o ki, geçmişte bir kez daha böyle bir şey yapmıştılar. O zaman acımış ve bağışlamıştım. Keşke yapmasaydım diyorum. O anda hadlerini bildirecektim ki, sen ve senin gibi masumlar, özellikle de benim bölgemdekiler zarar görmesin.
Bir anda gözlerim dolmuştu. Benim için, daha tanımadığı biri için böyle bir şey yapması garipti.
–Peki ne yapacağım? Ne yapmalıyım?
–Ne istersen. Senin kararın.
–Ben sadece onları polise vermek istiyorum. Kendim ceza vermek istemiyorum.
–Aptal kız! Ayağına bunca şeye rağmen böyle bir fırsat getiriyorum, senin yaptığına bak.
Sinirlenmişti. Gözlerini devirdi.
–Sen yapmayacaksan, o zaman ben yaparım!
Tam o an birinin yakasını tuttu. Ağzını yüzünü dağıtacaktı ki, onu durdurdum. Bağırıyordum
–Bana demedin mi "Ne istersen yap",- diye. Ben de bunu istiyorum. Polise verelim bitsin. Hepsi bu.
–Burnu bile kanamadan mı? Olmaz! Sana saklayacağım diye dayak bile atmadım. En azından yumruk yemeden kurtulamazlar.
–Lütfen! Eğer beni dinlemeyecektinse, neden bu kadar ısrar ettin?
Bir an durdu. Yumruğunu aşağı indirdi. "Ahh!",- diye bağırdı ve elini duvara vurdu.
–Sadece senin için bunu bilesin!
İçimden derin bir nefes aldım. Dudağımı ısırdım. Korkmuş ve mahcup gözlerle ona baktım. Kafamı salladım. O an elline baktım. Yaralanmıştı.
–Bana bakın pislikler! Sizi bir daha burada görmeyeceğim. Elim kolum uzun anladınız bence bunu artık. Polis geldiğinde yaptıklarını itiraf etmezseniz, sizi ben mahv ederim. O zaman Emma'nın merhametine bile kalamayacaksınız.
"Tamam,tamam. Vallahi de söyleyeceğiz",- dediler en son. Sonrada arkamıza bakmadan çıktık. Bütün dikkatim elimin acısına takılmıştı. Elimi sinirle öyle bir sıkıyordu ki, canım yanıyordu. Böyle sıkarak da sürüklüyordu. Merdivenlerden indik. Kolumdan bıraktı ve az öteye itip bağırmaya, öfkesini kusmaya başladı:
–Derdin ne senin ha! Delirdin mi?! Neden böyle bir şey yaptın!
–Bana bağırma! Kendine gel! Asıl sen delirmişsin, kolumun haline bak! Bana bunu yapamazsın! Bana ne istersen yap dedin, bu da benim kararım. Anladım mı?! Zaten ben istemedim senin bana böyle bir şey yapmadı. Keşke seni hiç tanımasaydım. Ben şimdi gidiyorum ve bir daha yüzümü bile görmeyeceksin! Geceyi de unut! Ha bi de arkamdan gelmeye kalkma!
Bunu dedim ve öfkeli bir bakışlarla dönüp yoluma devam ettim. Bu sırada Jack'in adamlarını aradığını ve polise haber vermelerini söylediğini duydum.
Burası normalden daha fazla ıssız bir yerdi. Taksi felan da yoktu. Ulaşım aracı da yoktu. Buradan çok nadir hallerde araba geçerdi. Geçenler de durmuyordu. O sırada Jack'in arkamdan geldiğini duydum. "Boşuna yürüme. Burası ıssız gibi bir yer. Eve varmak istiyorsan her halde kırk yıl felan yürümelisin",- diyordu. Onu duymazdan geldim. Adımları hızlanmıştı. Galiba bana yaklaşıyordu. Bir anda kolumda bir dokunuş hiss ettim. Jack benim kolumdan tutup kendine çekti.
–Emma, gitme dur! Dur artık. İnadını at bir kenara.
–Ya bir bırak! Git başımdan!
Onu itmeye çalışıyordum. Kafesdeki bir kuş gibi çırpınıyordum. Ama beni bırakmıyordu.
–Emma. Gözlerimin içine bak! Bu gözlerin içinde sana kötülük yapacak ve ya seni bilerek üzecek bir ifade görüyor musun?
–Ama o ifadenin sahibi bilerek de olmasa beni üzdü. Canımı yaktı. Hala ne istiyor?
–Kendini affettirmek. Sadece borcunu ödemek.
–Ne borcu? Daha bu gün ol...
–Biliyorum. Daha bu gün oldu tanışalı. En azından senin için öyle.
–Nasıl yani? Açık konuş!
Eğer bu akşam gelirsen benle bu beni affetdiğin anlamına gelir. İşte o zaman söylerim.
–Ne saçmalıyorsun ya? Bırak beni! Gideceğim!
Bir anda beni bıraktı. Ardıma bile bakmadan yürümeye başladım. Derin bir nefes alıyordum ve veriyordum. Bu yaşadıklarım çok fazlaydı. Neden bilmiyorum ama şu anda neden hiç Alex ile Antony'nin beni arayıp sormadıklarını anlamıyordum. Bir anda öylece aklıma geli vermişti. Çok tuhaftı. En azından "Nasılsın?",- yaza bilirlerdi. İkinci tuhaf olaysa hastalığımın bu kadar strese rağmen hala ortaya çıkmamasıydı. Neyse ne. Bir anda arkamdan gelen bir sesle dalgınlığımından uyandım. "Emma, en azından bir cevap ver! Gerçekten de hiç mi merak etmiyorsun? Merak etmesen bile en azından seni evine bırakmama izin ver!",-diyordu. Aslında haklıydı. Eve gitmeliydim. Annem her halde polisleri toplardı. Hatta bütün ülkeni uyandırırdı. Gerçi hala mesaj atmamıştı. Biraz durdum ve düşündüm. O haklıydı. Arkamı döndüm ona doğru koştum. Tam burnunun dibinde durdum. Gözünün tam içine bakıyordum. Kahve rengi gözleri bakışlarımdan korkmuş gibiydi. Bu tuhafdı. Onun gibi birinin benden korkması değil, sanki beni incittiği için ve ya beni kayedeceğini düşündeğe için korkuyordu. Belki de bana öyle gelmişti.
–Bana bak Jack! Ne geveliyorsun bilmiyorum, ama umurumda değil."Aslında umurumda." Bunu kafana sok! Sadece beni eve bırak.
–Bak Emma! Biliyorum, kızgınsın. Haklısın. Büyük bir eşşeklik ettim. Böyle bir şey yapmaya hakkım yoktu, seni zorlamamalıydım, incitmemeliydim. Belki şimdi umurunda değil söyleyeceklerim, ama eninde sonunda öğreneceksin.
–Gevelemen bitti mi? Beni sadece eve bırak!
–Tamam gel geç bin arabaya.
ARabay doğru yürüyorduk. Bir anda onun bana ne diye bileceğini düşünüyordum. Ne ima etmişti ki, beni uzun zamandır mı tanıyordu acaba? Nasıl olurdu ki? "Sana öyle geliyor dedikte ne kast etti?"
Arabaya bindim. Sadece camdan dışarı bakıyordum. O adamlara bir şey yapmayacağını düşünmek istiyordum. Ama kafamı kurcalayan pek çok şey vardı.
Sonunda eve vardık. Hiç konuşmadık. En son gidişimde benden özür diledi ve lütfen bu akşam gel. Her şeyi öğren.
Kafam allak-bullaktı. Gitsem kendimi riske atardım. Gitmesem de Kafam yanacaktı. Peki ne yapmalıydım?Okuyan her kesin gözleri dert görmesin. Umarım beğenirsiniz. Benim şahsi fikrimce güzel bir bölüm oldu. Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Ne de olsa emek var. Okuyan her kesi çok seviyorum. Yeni bölümleri de okumayı unutmayın. Her cumartesi yayınlıyorum. Yetiştirmek için elimden geleni yapıyorum.😊❤😋

ŞİMDİ OKUDUĞUN
HER ALEMDE SEVECEĞIM SENI
Mistério / SuspenseEmma Angelo isimli kahramanımızın eşi görülmemiş hastalığı vardır. Antony isimli çocukluk arkadaşıyla bunu sırr gibi her kesden saklarlar. Çünkü bu kızımız BİG KİNG şirketinin tek varisidir. Yerin altına gömülmüş sırları teker-teker gün yüzüne çıkar...