°ah

941 53 40
                                    

"Kayboldum abi, çıkamıyorum bu derinin altından. Sanki yüzyıllar geçmiş ben bu karanlığın altına oturalı. Kesiklerimi sayarken bıçak oldum. Yanaşan kesiliyor, sonuçlanamadan kesinleşiyor. Kanamamak için iradeli bir jilet oldum. Kendi dilimde dolanıyorum. Kesilip düşeceğine sivriliyor. Abi.. "

Bu kadarını bile söylemek canımı yakmıştı yeterince. 21 yaşında kaybettiğim ağabeyimin mezarı başındayım ve hala daha bir sıcaklığa muhtaç oluşumu dile getiremiyordum. Kimseyle ölemiyordum, kimseyle yaşayamıyordum da. Doğum günüm bu sene anneler gününe denk geliyorsa ne yapabilirdim. 21 yaşına kadar her doğum günümde yanımda olmuş olan ağabeyimi yine doğum günüm diye yanıma gelirken kaybetmiş olmam, bu acıya keş ruhumun en sevdiği karojiletti.

Bir şey vardı bu tarihte, inanmıştım. İnanmam için yeterince yaşamıştım.
Gam keder bayram şekeri gibiydi artık.
Ben diye başladığım her cümlemde yabancıydım.
Uzun zamandır kendimle alakam yoktu. Nüfus cüzdanı.
Ayaklı bir nüfus cüzdanıydım.
Nefret ettiğim hiçbir şey yoktu benim.
Sevdiklerim toprak altında.
Rengim yok.

Ellerim ceplerimde yürüyerek belirlediğim hedefe vardığımda iki saat geçmişti. Anahtarı sokup açtığım kapıdan hissizce girdim içeriye. Daha ilk adımımda şandırdayan şişeler yine babamın yaşamı seçtiğini gösteriyordu bana.

Annemin ölümünde örselenmişti, ağabeyimin ölümünde ise ezilmişti babam. Aynı evde yaşamak dışında bir paylaşımımız yoktu artık. Eskiden olan da zaten delirip birbirimize saldırmamız, babamın eski kırkbeşliği alıp ağzına sokarak her seferinde korkudan altıma sıçtırması ve sonuç olarak asla o tetiği çekmemesi gibi bir döngüydü.
O zamanlar babamın beyninin gözümün önünde duvara işleyecek olmasına dair düşünceler beni kahrederken artık yıllık bir rutine binmişti tüm herşey.

11 Mayıs, işten izin al.
12 Mayıs, yataktan olabildiğince geç çık. İki lokma kuru ekmek gevele. Evden çık ve mezarlığa git.
Babam ise yataktan olabildiğince geç çıkmak dışında bütün gün kırkbeşliğiyle bakışır, tribe girip arada sırada ağzına alıp, terler titrer, ağlar ve sonunda yaşamaya dair bir sebep illa bularak kendini alkole verir, sızana kadar içerdi.

Kaç yıl oldu bir günaydın duymayalı.
Kaç yıl oldu sen bu saate kadar neredesin sorusunu duymayalı.
Kaç yıl oldu çorabın teki kaybolunca kavuşturmak için savaş başlatmayalı.

Gel güzelim, otur şöyle kesiklerimin içine ve yakından bak, bunlar soru değil.

Ben soru sormam.

Halının köşesindeki mide muhteviyatından gelen kokular evi sarmaya başladığından salonun penceresini açıp tekrar kendimi sokağa attım. Çalıştığım bara doğru giderken her sene aldığım izni asla tam kullanmadığım için babam kadar istikrarsızdım aslında.

Ben beni umursamıyorum.

"Hoşgeldin hacım."

Kafa sallayıp içeri geçerken eve sinen kusmuk kokusunun eski ahşaba işlemiş isli versiyonu belki de bu mekanın en çekici özelliğiydi. Güzel şeylerden zevk almayan biri için idealdi. Ama herşeyden biraz ve aslında sek bir mekandı. Kenarında kurulmuş bilardo masasıyla amerikanvari bir hava verilmeye çalışılsa da çıkan kavgalardan sonra ıstakaya yetişmeyen paralar yüzünden oynamak isteyen artık kendi ıstakasını getiriyordu.

Mekanda içmek zorunlu değildi. Kimse kimsenin tepesine binmezdi. Sakindik, çoğu günleri beş müşteriyle kapattığımız olurdu. Neden hala buradaydı bu mekan emin değildim ama kapanırsa gidecek yer illa bulurdum. Sevdiğimden ya da mecbur olduğumdan değildi burada yürüyüşüm, iz bırakmakla derdim yoktu.

İzimin kıymeti ne ola ki zaten, bende bile alameti yoktu.

Sadece buradaydım ve sadece burada olmaya devam ediyordum. Başka bir yerde de orada olmaya devam edecektim.

Tezgahın ardında ilgimi bekleyen bardaklar ve şişelerle işim bittiği sırada içeriye giren iki kişi ile günün ilk müşterileri de gelmiş oluyordu. Gülüşerek bara yaklaşırken uzun olanın dişlerinin beyazlığı tenimi karıncalandırdı. Sarı olmayan dişleri en son ne zaman görmüştüm ki.

Sonunda bara yaslanıp bakışlarını bana çevirdiklerinde beyaz dişin gülüşündeki soluşu izledim. Eh, çiçek açtırmıyorduk anasını satayım, kendine hayrı olmayan adamın vereceği can suyundan ne olur diyerek asla selamlamadığım müşterilerden direkt olarak siparişi alır ücreti isterdim. Hoşgeldiniz bekliyor olacaktı ki bakışma süremiz normalin biraz üzerine çıkmaya başlamıştı. İstemeyerek de olsa temizlediğim boğazımdan iletişim birimlerinin dökülmesine izin verdim.

"Ne içiyorsunuz?"

Bir an için irkilen çocuk birden bire gülmeye başladığında bakışlarımı üzerinden çekip etrafına bakmaya başladım. Yanında gelen tip bilardo masasının etrafında tur atıyordu.

"Bir an bir vampir yuvasına düştük sandım. Senin kadar beyaz bir insan daha gördüğümü sanmıyorum."

"Güneşle birbirimize doğmuyoruz. Şimdi söyle ne istiyorsunuz?"

Bana göre cümlemde hiçbir gariplik yoktu ama nedense karşımdaki çocuğun yutkunduğunu görerek bakışlarımı gözlerine diktim.

"Bira ver bari vampir çocuk."

****
Ne yaptığım hakkında zerre fikrim yok.
Fik bile yok.
Belki silerim.
Bb✌️

Obijmi MeneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin