°ak

288 32 23
                                    

Şekillenme telaşını unutalı çok olmuştu. Başımda kimse yoktu.

21de kalışımın sebebleri çoktu. Dardan ayrılmayışımın sağladığı bir güven duygusu sarıyordu ruhumu.

Umuttan, mutluluktan arınma ritüeli, bir elimin akları sarmak istemesine ket vuramamıştı. Karanlık bir kefen, örümceklenen beyinlerde altın bir kafes görevi üstleniyordu. Ama insan olmaktan ayrılmayan kalp her daim bu görevin iğfaline sebepti.

Alev alsam bir tutam, ışık olacaktım ama benim yanmaktan yana korkum yoktu. Işığımdan yansıyanları görmeye korkuyordum. Ben yaşarken, gömdüklerimin deneyimleyemediği o güzellikleri yaşama korkusuyla, layıklığımı tartışıyorum burada.

Yaşamazsam utanmam.

Kendime attığım kesiklerin içinden akan kan olsa, kuruturdum, çığlıklar kulağıma tüm takatsizliğiyle çınlamasa, duyardım.

Arda'nın gelişiyle boğduğum tüm keşkelerde çırpınır hale gelmiştim. Mücadeleye karşı savunmacı tutumumla körelmiştim, yoksa gitmeyi düşünmemin mantıkla bir izdivacı olamaz.

Eve girerken derin bir nefes aldım, içtiğim çayın sıcaklığı sanki nefes borumu açmıştı ve yeni doğandan farksızca, aldığım her nefes ağlama getiriyordu.

Gözpınarlarımdan konuşmayalım, orada kimse yaşamıyor.

Ve lakin, bu evde de kimse yaşamıyordu.
Açtığım pencereden nefes alan ev boştu. İçinde atmaya çabalayan iki kalbin bu boşluğa hiç katkısı yoktu zaten.

Eşyalarımı toplarken anılara çok dalmamaya çabaladım. Arda benim yaşayan yanımdan, kalbimim atmayı görev bellemeyen aydınlığından geliyordu.

Doğum günümü klişelere sabitleyen gelişiyle bir ucumdan alev tutuşturuyordu.

Umudun merhabası bile can acıtıyordu.

Babama evden ayrıldığım mesajını atarken titremeyen elim, akşamüstü çıktığım evin kapısına geri geldiğimde gerçeklikle kıran kıranaydı.

Yeni bir hayatın adımları, bu eşik ardında can bulacaktı.

Can bulmanın anlamını merak ederek buruk gülümsemeyi hissettim dudaklarımda.

Sorular sormak insanı yamyam yapar. Neden dediğin her an kendine sapladığın kemik sana aittirdir.

Hayır, kemiği ilikten ayırmanın aşamalarını bu derste işlemeyeceğiz.

Kapıdan geçmek gibi basit bir işlemin annemi ve ağabeyimi sanki geride bırakıyormuşum hissi vermesi ne kadar doğrusal.

Ben baştan aşağı bir soruydum aslında.
Baştan aşağı bir 'Neden'.

****

"Bu kadar mı eşyan gerçekten?"

Kafamı salladım. Yatakta oturmuş çantamı boşaltmasını, dolabındaki kıyafetlerin arasında, bana hayatını açmasını izliyordum. Aslında çok basit görünen bu yerleşme işleminin derinliğini tartışma gereği duyuyordum. Tercih ettiğim tecritlikle tezat bir eylem içindeydim. O, kendince sadece eşyalarımı yerleştiriyordu. Kendince tekrar bir arada oluşumuzun saf heyecanını yaşıyordu.

Ben yanaklarımı içten içe çiğnerken haykırarak kaçmamak için cebelleşiyordum.

İşini bitirip bana döndüğünü hayal meyal farkettim. Ellerini saçlarının arasından geçirirken odağımı bularak çenesindeki küçük bene kitlendim. İki adımda ulaştığı yamacıma girip önümde çökünce boşta bulunup kendimi geriye attım, nedeni yoktu. Gözlerini devirip ellerime uzandı, ellerim avuçlarındayken aynı kasılma sardı bedenimi. Sıcaklığı bu kadar alev alev olmamalıydı ya da benim artık insan olmam lazımdı.

"Bara gideceksin değil mi? Çilingir bulup evin yedek anahtarını yaptırınca yanına gelirim. Seni sıkmaya niyetim yok Göktuğ. Biliyorsun?"

Kafamı salladım, avcundaki ellerimi suratının iki yanına yerleştirip, gözlerini kapattı.

"Kendini kitlemeni istemiyorum ama kilitlerini zorla kırmak da istemiyorum. Oradan çıkman lazım ve çıktığında yanında olacağım, söz."

Arda'nın tutamayacağı sözü vermediğini bildiğim için rahatlamayla gelen ani nefes isteğine boyun eğdim. Artık tanıdığı, bildiği adam değildim. Bunca zaman unutamadığı beyaz atlı prens hiç değildim. Onu üzmekten korkuyordum ama en kötü senaryoda hemen eskiye döneceğimin de farkındaydım. Tecrit huzurluydu. Kendimden bile sorumlu değilken, kemdimle bile yüzleşmiyorken şimdi Arda vardı. Eğilip alnına dudaklarımı bastırdım.

Kokusuna diyorum, bahar secde eder. Cemreler benim dinimde buraya düşer, su buraya akar, rüzgar burada dinlenir.

"Hoşgeldin vampir çocuk." dedi hafif bir kıkırtıyla.

"Hoş'buldum. Ve çıplağım."

Yine bir an şaşkınca parlayan gözleriyle yüzümü inceledi.

"Sana melbes olma teşebbüsündeyim."

Geriye doğru gidip yüzüne şaşkınca baktım, "Böcek gibi kalakalmadın ya Arda?" dedim. Kanım titremişti ulan, ben bu cevaptan künye yapardım be.

"Şirket bünyesinde küçük çaplı bir Osmanlıca kursuna katılmak zorunda bırakıldım. Kullanacağımı sanmamıştım biliyor musun?"

Bir an için birbirimize baktık. Kapatmamız gereken öyle bir boşluk vardı ki ve o an eski ben olamayışım kadar Arda'nın da bıraktığım çocuk olmadığını öyle apaçık görmüştüm ki, boğazımdaki kaşıntının unuttuğum bir sesle taşmasına izin verdim.

Gülüşüm gülüşüne karışıyor, an be an bir armoniye sebep oluyordu. Elimin kavradığı aklık vücuduma yayılırken Arda'yı yanıma çekip yatağa uzadım.

"Beni bir daha yaz Arda, beni bir daha sula, kendine sal köklerimi. Bir daha gidemeyeyim."

"Gidemeyeceksin, bir daha izin vermem."

****
Ulaan.. Durduk yere iki çocuğum daha oldu ya benim.
Bu kitaba istediğim kadar yorum gelmiyor.
Takmam normalde ama bu hikaye normal olmaktan oldukça uzak farkındaysanız.
Biraz daha eleştiri alana kadar bekleyeceğim der, giderim. (beklemedi hajsjsk)
Bb✌️ bebeklerim

Obijmi MeneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin