Alarmımın çalmasıyla uyandım, saate baktım. Saat 9.30 du. Telefonumu komodinin üzerine bırakırken dün akşam ki notu gördüm. Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı, çok net hissediyordum.
"Artık kaçmak yok Alara!"
Bir hışımla yataktan fırladım. Önce banyoma gittim. Dün duş aldığım için bu sabah gerek duymadım. Yüzümü yıkadım ve günlük yüz bakımımı yaptım.
Ardından giyinme odamdan üstüme salaş bir şeyler geçiriverdim. Küçük bir çantaya da bikinimi, terliğimi ve güneş gözlüğümü koydum.
Odadan çıktım. Makyaj masamda duran bir-iki güneş kremimi de çantama attım.
Aynı masada duran el ve yüz kremimi sürdüm. Saçlarımı tarayıp topladım. Ardından odamdan çıktım.
Annem beni bu saatte uyanık görmeye alışık değilmiş sanırım. Yüzünden bir hayli belli oluyor zira.
- Hayırdır küçük hanım, sabah sabah?
- Ne sabahı anne, saat 10:15.
- Senin için sabahtı bu saat düne kadar. Hatırlıyosan kaldırmaya çalışmıştım kayıt yaptırmaya gitmek için ama erken daha diyip beni başından savmıştın.
- O dünmüş annecim, kendi ağzınla söyledin.Tebessüm etti. Ben de ona karşılık verdim. O sırada Mary oturduğumuz masayı hazırlamaya başladı. Daha tamamlamamışken ben atıştırmaya başladım.
***
-Kızım yavaş ye boğulacaksın!
-Bir şey olmaz, dedim. Ağzım doluyken söyleyince çok komik geldi bir an bana.
-Ne bu acele, nereye yetişmeye çalışıyorsun, arkandan atlı mı kovalıyor?
- Sayılır, saat kaç?
-Bak bir de dalga geçiyor Anneyle. 10:40.
-Ne! Benim çıkmam lazım Ayla Sultan. Öptüm bay!Az kalsın elinde tepeleme dolu tabaklarla masaya gelen Mary ile çarpışıyordum.
- Pardon Mary!
- Sorun değil küçük hanım.
- Alara, adım Alara!
- Üzgünüm, babanız böyle seslenmemi istedi.
- Ama ben istemiyorum, bana Alara de lütfen.
- Peki Alara hanım.
- Fena değil, "küçük hanım"dan iyi en azından.- Kızım, nereye gittiğini söyleseydin bari.
- Mesaj atarım yolda. Hoşça kal!Apar topar evden çıktım. Koşar adımlarla parka gittim.
Parkın karşısında ki pastanenin yanında durdum bir anda. Onu istinat duvarının üstüne oturmuş heyecanlı bir şekilde beklerken gördüm. Sabahtan beri çarpan kalbim ne olmuştu da onu görünce duruvermişti.
Aksine daha çok atması gerekmez miydi? Bir saniyede ne oldu bana böyle?
Tam bunları geçirirken aklımdan, beni gördü oradan. Duvarın üstünden inip gülümseyerek oraya gelmemi bekledi.
Yolun karşısına geçiyordum ama ayaklarım sanki geri geri gidyordu. Yanına vardığımda yüzüne baktım. Onun mutluluktan ağzı kulaklarına varmışken, benim suratımda en ufak bir kas bile oynamıyordu. Onu gördüğüme mutlu olmamış mıydım yani?
O anda içimden onunla konuşmak gelmiyordu, hem de hiç...
-Ee... Bir şey söylemeyecek misin?
-Ne demeliyim?
-Bilmem, merhabadan başlayabiliriz mesela.
-Merhaba.
-Nasılsın, benim kalbim yerinden çıkacak galiba.
-Fena değilim, dedim yalandan sırıtarak.Gözüm telefona kaydı. Saat 11:20 idi. Parkın içine doğru yürümeye başlamıştık birlikte. 5 dakika geçtikten sonra daha fazla dayanamadım.
-Oğuz, çok özür dilerim ama benim gitmem lazım.
-Neden, nereye?
-Birine söz vermiştim, unutmuşum buraya gelirken.
-Peki, konuşamadık madem ben de asıl seni buraya çağırma sebebimi söylerim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bileklik
Teen FictionEski arkadaşlar yıllar sonra karşılaşır ve düşünüldüğü gibi hiçbir şey eskisi gibi kalmamıştır... Bu hikayeyi baş karakterden dinleyeceksiniz. Bazen bir günlük olacak bazen de bir hikaye. [kısa hikaye] Keyifli okumalar. - Elif ☀