Mezarlık

19 2 0
                                    

Bir hafta boyunca Zach ile buluşmaktan kaçındım. Sadece okulda olduğumuz süre boyunca onunla iletişim kurdum.

Bugün Pazartesi, yani okulun ikinci haftasına başladık bile. Okula vardığımda yine bizim tayfayla sohbet ettik. Bugün basketbol antrenmanları varmış bizimkilerin. Oğuz bana bundan hiç söz etmedi.

Yine ilk beş dersimi sıkıcı bir şekilde atlattım. Zach ile matematik dersinde yine birlikte oturduk. Bu seferki konuşmamız romantikleşmeye başladı. Hoşuma gitmiyor değil tabii.

Öğle arasında bizimkilerin yanına gitmedim. Buranın derslerine adaptasyon sağlamaya çalıştığım için bahçede sandwichimi çabucak yedim ve kütüphaneye çıktım.

Kütüphanede boş bir masa bulup sakince notlar alıp çalışmaya başladım.

Masanın diğer ucuna birini oturduğunu fark ettim. Dikkatimin dağılmasını istemediğim içi kafamı kaldırıp bakmadım bile. Bir süre sonra ismimle bana seslendi.

"Alara, pişt!"
"Chris, ne işin var burada?"
"Sessiz bir ortama ihtiyacım vardı. Kitabımı alıp buraya geldim masalara bakınırken seni gördüm. Ben de oturdum ama bana bakmadığın için ben sana seslendim."
"Güzel." dedim tebessümle.
"Güzel." dedi o da.

Ders çalışmaya devam ettim. Biraz daha çalıştıktan sonra saatime baktım. Kalmak için eşyalarımı toplamaya başladım.

"Gidiyor musun?"
"Evet, teneffüs bitmek üzere. Sen gitmeyecek misin?"
"Zamanımı sonuna kadar kullanmayı tercih ederim." dedi ve ekledi. "Baksana, bugün çıkışta antrenmanımız var, biliyorsun. İzlemeye gelmeye ne dersin? Basketbol seviyorsundur umarım."
"Evet, severim. Olabilir aslında ama söz veremem. Yorgun olmazsam gelirim."
"Tamam, bekliyorum." dedi ve gülümsedi.
Ben de gülümsedim ve veda edip kütüphaneden çıktım.

Resim sınıfına gitmeden dolabıma uğradım. Eşyalarımı bırakıp gerekli olanları aldım. Sonra da sınıfa gittim.

Derste yapacağımız dergi için çeşitli tasarımlara göz gezdirdik. Biz de kendi dergimiz için taslak hazırladık. Fotoğrafını çekebileceğimiz yerleri listeledik.

Ders bittikten sonra tekrar dolabıma uğradım ve eşyalarımı bıraktım.

Spor salonuna gittiğimde herkes oradaydı. Tribünde birkaç kişi vardı. Ben de bir koltuğa geçtim.

"Beni eve tek başıma göndereceğini mi düşündün Gadget." dedim Oğuz'a Türkçe.
Şaşkın bir şekilde sesimin geldiği yönü bulup beni aradı bakışlarıyla. Tekrar seslendim.
"Buradayım!"
"Görüyorum! Neden gitmedin?"
"Sizin kadar olmasa da kibar bir bey efendi beni davet etti Mr. Dinç." dedim İngilizce.
"Ha ha! Komik."

Chris gülümseyerek göz kırptı. Ben de ona karşılık verdim.

Zach olanları anlamaya çalışıyordu sanırım. En az Oğuz kadar şaşırmıştı o da.

Antrenman bittikten sonra Chris yanıma geldi.
"Bir şeyler içmeye gelmek ister misin?"
"Evet, isterim."
"Hayır, istemez. Çünkü Alara eve geç kaldı." dedi Oğuz.
"Seni ilgilendirmez genç adam." dedim alaycı bir ses tonuyla.
"Evet ilgilendirir küçük hanım. Biraz telefonuna baksaydın annenin defalarca aradığını görürdün."
"Neden bahsediyorsun sen." derken telefonuma baktım "Eyvah, sessiszde unutmuşum!"
"Beni de aramış ve mesaj atmış bir sürü. O yüzden burada bekle, ben duş aldıktan sonra seni eve bırakıyorum."
"Emredersin!" dedim kızarak.

"Benim yüzümden oldu, özür dilerim." dedi Chris.
"Hayır, senin bir suçun yok. Telefonumu sessizde bırakmasaydım ya da en azından anneme haber verseydim bu kadar arayıp mesaj atmazdı."
"Ama şimdi çok kızacak. Umarım bir ceza vermez. Bizimkiler bu tür olaylarda bana kızıp ceza veriyorlar genelde."
"Ne gibi?"
"Büyük değil, genellikle teknolojik şeyler."
"Annem anlayışla karşılar eminim. Dert etme." dedim.
"Umarım." dedikten sonra 'ben gidiyorum' işareti yapıp soyunma odasına gitti.

Az sonra Oğuz geldi. Konuşmadan çıktık okuldan. Yolu yarılayınca bana
"Ben yarın çıkışta başka bir yere gideceğim. Kendin dönmek zorundasın ve lütfen telefonunu sessizde unutma." dedi.
"Nereye?" dedim.
"Boşver." dedikten sonra tekrar sormak için ağzımı açtığım sırada sinirle "Sana boşver dedim, biraz söz dinle!" dedi.
"Tamam." dedim sessizce.

Eve gelince annem sinirli bir şekilde beni kapıda karşıladı. Uzunca azarladıktan sonra bir daha yapmayacağıma söz verip odama çıktım. Dinlenip ders çalıştım.

Yemekten sonra biraz dizi izleyip duşa girdim. Kişisel bakımdan sonra rahat yatağıma yattım.

***

Bugün okuldan sonra yalnız gitmemek için çıkışta bizimkileri buldum.

Onlara Oğuz'un nerede olduğunu bilip bilmediklerini sordum. Oğuz mezarlığa gitmiş. Ama neden?

Niye bir insan okuldan sonra mezarlığa gider ki?

Hangi mezarlığa gittiğini sorup ben de oraya gittim. Tek bir sorun vardı: ben onu nasıl bulacağım?

Mezarlığa giderken çiçekçi dükkanları çoğalmaya başlamıştı. Dükkanların birinden Oğuz çıktı. Hemen duraksayıp bir arabanın arkasına saklandım. O biraz uzaklaşınca ben sakladığım yerden çıkıp usulca, arada ki mesafeyi koruyarak onu takip ettim.

Bir süre sonra bir mezarın yanında durdu ve yere oturdu. Mezar taşında Eva Johnson yazıyordu. Evet, Oğuz eski sevgilisini ziyarete gelmişti buraya. Daha önceden nasıl akıl edemedim.

Gitmem gerektiğini düşünüp geri dönecektim ki anlattığı güzel anılarının yanına benimle tekrardan buluştuğu günden itibaren yaşadığımız en güzel anları anlatmaya başladı.

"... Onunla tekrardan buluşmak bana çok iyi geldi. Beni mutlu eden sayılı kişilerden. Yanlış anlama sevgilim. Ben seni hala çok seviyorum. Sana çok aşığım. Ama o da en az senin kadar değerli benim için. Aramızdaki ilişkiyi hala çözemedim. Tabi ki yakın arkadaşlarız fakat bazen öyle anlar oluyor ki... Sanki biz birbirimize aşığız. İlk zamanlar böyle düşünüyorduk ya da en azından ben. Şimdi ise o başkalarıyla vakit geçiriyor. Onun için en iyisi neyse ben de onu isterim gerçi." dedi ve bir mum yakıp taşın kenarına damlattı. Mumu zemine yapıştırıp konuşmasına devam etti.

"Günün prensesi, benim güzel sevgilim, daima prensesim. İyi ki doğmuşsun. İyi ki seninle tanışmışım. İyi ki seninle bol bol vakit geçirmişim her ne kadar yetmediğini düşünsem de.
İyi ki doğdun canım. Doğum günün kutlu olsun..." dedi ve ekledi "Bir dilek tut sevgilim."

Mumu üfledikten sonra iç çekerek göz yaşlarını sildiğini gördüm. Ağlamıştı.

Yanında getirdiği çiçeği mezarın üstüne koydu ve kalktı. Arkasını dönünce beni görüp şaşırdı.

O bir şey söylemeden yavaşça yanına gidip dostça sarıldım. O da karşılık veri aynı şekilde.

"Onu çok sevmişsin ve özlüyorsun, biliyorum. Seni en iyi ben anlarım. Kardeşin gibi sevdiğin arkadaşını 6 sene görmeyince çok iyi anlıyorsun." dedim.
"Yine yanımdasın teşekkür ederim." dedi, devam etti mutlu olmaya çalışırcasına. "Her şeyi duydun mu?" dedi gülerek.
"Evet duydum. Her şeyi..." dedim ben de gülerek.
"Yakayı ele verdim, eyvah!" dedi kıkırdayarak.
Ben de biraz güldüm.

Mezarlığın çıkışında bir daha sarıldık.
"Sen de iyi ki varsın. Bundan sonra hep yanında olmaya çalışacağım."
"İyi ki varsın. Ben de teşekkür ederim." dedim.

Birlikte onun evine yürüdük. İçeri girmem için ısrar etti. Memleket hasretini bahane ederek bana Türk kahvesi yaptırdı. Bayağı güldüm bu olaya tek başımayken.

Bahçelerinde ki çardakta oturup kahvelerimizi içerken güzel sohbetler ettik. Onu neşelendirdiğimi düşünüyorum biraz olsun.

Annesi Serap abla yemeğe kalmam için ısarar etti fakat dersleri bahane edip eve gittim.

Eve gidince gerçekten de ders çalıştım. Sınav tarihi şimdiden açıklanmıştı 4 hafta sonra sınavlar başlayacaktı. Ben sınavda zorluk çekmemek için ara ara ders çalışıyorum. Umarım Türkiye de ki sınavlardan çok farklı bir sistemleri yoktur.

Klasik akşam rutinimden sonra yatacağım sırada aklıma bugün yaşadıklarım geldi. Ne gündü ama...

BileklikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin