Çok fazla duygu yüklüydü tam göğsümün ortasında. Soluk borumdan ciğerlerime doğru süzülmüş zehirli bir duman gibi nefesimi kesiyor, canımı yakıyordu. Ve bunun sebebini bile bilmiyordum. İnsanlar bana baktıklarında normal bir hayata sahip olan bir genç kız olduğumu düşünüyor olabilirdi. Bir bakıma öyle sayılırdım. Her 19 yaşındaki üniversite öğrencisi gibi klasik bir rutinim vardı. Okulumdaki tempoya ayak uydurmak, küçük dairemin masraflarını ve kendi ihtiyaçlarımı düzgünce hesaplamak ve ailemin gönderdiği parayı bunlara göre ayırmak herkes gibi benim de hayatımın temelleriydi. Peki neydi bu kalbimdeki boşluk? Neden yine de gülümsemek için bir sebep bulamıyordum? Fazla yetersiz hissediyordum. Çok iyi bir üniversiteye gidiyor olmam bile bu düşüncemi yıkamıyordu. Herkes için en iyisini isteyip, buna çabalıyor olduğum halde yine de sevilmeyenin, yetersiz olanın, istenmeyenin ben olmam en büyük sebepti galiba bu hislerim konusunda. Bazen kendi kendime abarttığımı düşünsem de beynim ciddiydi. Her yıkıcı hareketinde ciddiydi. Her bir zehirli düşünce konusunda acımasızdı. Ve bu zehir zamanla tamamen beni ele geçirecek diye korkmuyor değildim.
"Amelia? Amelia!" diye kolumu hafifçe salladı Brook. Bu sıcacık kafenin garsonlarından biriydi.
"Hah ne?" diye irkilerek daldığım yerden gözlerimi çektim. Son zamanlarda boş alanlara fazla dalıp kalıyordum, aklımdaki düşünceler bana izin vermiyordu.
"Bir saattir telefonun ısrarla çalıyor ve kafedeki müşteriler rahatsız oluyor. Aramanı cevapla veya o aleti sustur."
Topuklarını tıkırdatarak başka masadaki müşterilere ilerlediğinde derin bir nefes verip telefonumun sesini kıstım ve masaya içtiğim kahvenin ücretini bıraktıktan sonra çantamı alıp dışarı çıktım. Atkımı daha sıkı boynuma dolayıp kaldırımdaki buzlara dikkat ederek ilerlemeye başladığım sırada aramamı yanıtlayabilmiştim.
"Amelia! Sonunda! 10 dakikadır seni arıyorum ve aç-"
"Sorun yok,anne. Ben iyiyim. Sadece telefonumu sessizde unutmuşum, bu yüzden duymadım."
"Ah, tatlım. Bu konuda sana ne dediğimi biliyorsun."
Gözlerimi devirip alayla güldüm.
"Eğer seni aradığımda sana ulaşmayacaksam o aptal cihaza ihtiyacın yok." diye onu taklit ettim.
"Helen," dedi annem uyarır bir şekilde. Ama bir yandan bana belki etmeden güldüğünü biliyordum.
"Şu ismi kullanmasana," Bu sefer benim de duyabileceğim bir şekilde güldü.
"Pekala, seni asi. Ah, her seferinde niye aradığımı unutturuyorsun! Baban hesabına aylığını yatırdı, haberin olsun diye aramıştım."
Gözlerimi devirdim. "Henüz paramı bitirmedim, gerek yoktu."
"Kes sesini Helen, seni seviyorum, görüşürüz!"
Telefonun kapandığında dair o gıcık ses kulağımda çınladığında derin bir nefes verip telefonumu montumun cebine koydum. Daireme yaklaşmıştım, bir an önce eve varıp ısınmak istiyordum. Anahtarlarımı cebimden çıkarıp oturduğum binanın giriş kapısını açtım ve hızlı adımlarla zaten giriş katta olan asansöre bindim ve oturduğum katın numarasına bastım.
Birkaç dakika içinde asansör durduğunda hızlıca kabinden çıkıp evime girdim. Montumu ve atkımı çıkarıp portmantoya astıktan sonra hızlı adımlarla odama girip kadife pijamalarımı giydim ve gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Why
Fanfiction"Bir kız tanıyorum, o bir lanet gibi. Birbirimizi istiyoruz ama neden bu hiçbir anlam ifade etmiyormuş gibi davranıyoruz bilmiyorum. "