♫ the black skirts, EVERYTHING ♫
onu seviyorum. şüphesiz, varlığım onunkine bağlanmış. öyle ki, kalbimi kaplayan uzay boşluğunda savrulup nefesim kesile kesile kat ettiğim ıstırap dolu yolun bitiş çizgisinde tanıştığım bu çocuğun yörüngesine girdiğim andan itibaren yüreğim kendini akan suya bırakmıştı. taehyung bana nefes almayı öğretmişti.
havaalanında vedalaşmak için sarıldığında eksik parçamı bulmuşum gibi karşılık vermiştim. onda yalnız eksik parçamı değil, yüreğimin su altında kalan; katılaşmış kısmını da bulmuştum. sessizliği, şefkati ve korkularımı. işte size bahsettiğim o su altında kalan, kilitli evin içinde tutulan korkularımı bulmuştum. bu nedenle ki dünyanın öbür ucuna da gitsem anahtar hep taehyung'da kalır.
kobe'ye döndüğümüzden beri kaoru'da bir sessizlik seziyorum, kendine özgü düşüncelerini paylaşmaya yanaşmıyor ve konuşmaktan çekiniyor. ona, mesleki sorumluluk ve etik dersim bittiğinde yurda yakın bir restoran olan anemon'a gitmeyi teklif ediyorum. tereddüt ettiğini görüyorum, ardından yavaşça kafasını sallıyor ve omuzlarını silkiyor.
o gün kampüste, festival yaklaştığından dolayı, normalden fazla insan görmüştüm. kampüs içinde bir limon ağacının gölgesine sığınan turuncu kedi, gölgenin bitiş çizgisine patilerini uzatarak güneşle oynuyordu. limon ağacının önünden geçerken gözlerimi kapatmamak için uğraş verdim, kaçırılmayacak bir sahneydi benim için.
kaoru, son derece sade bir şekilde karşımdaydı. üzerinde koyu kahverengi bir kazak vardı ve soğuk hava yüzünden ellerini birbirine sürtüyordu. garson gelene kadar geçen kısa sürede yalnızca yeni bitirdiği kitaptan bahsetmişti.
"uğultulu tepeler gibi bir şaheseri yazdıktan bir yıl sonra vefat etmesi beni oldukça üzdü. kitabın kapağını araladıktan sonra büyülü bir dünyaya düşüvermişim gibiydi."
boynunu bükmüştü. sandalyemde biraz doğrulurken saçlarımı karıştırdım, birkaç gündür sessizliği ve huysuzluğunun nedeninin bu olması içimi rahatlatmıştı.
mantarlı risotto sipariş ettiğimde duraksayıp bana baktıysa da tatlı ekşi soslu tavuk ve miso çorbası istedi.
bakışlarının nedenini sorduğumda, "mantarı sevmiyorum," diye yanıtladı beni.
ardından siyah çantasını kucağına alıp içini karıştırmaya başladı. ağzına kadar dolu olan çantayı fotokopiler ve sunum dosyaları kapladığından aradığını bulması uzun sürmüştü. derin bir nefes alıp çattığı kaşlarını rahatlamayla eski haline getirdiğinde elinde uğultulu tepeler vardı. masaya koyup önüme ittiğinde sorgular şekilde ona baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
four seasons, taegi
Fanfickayıp mandalinalar, köprü boyu yaptığımız gece yürüyüşleri, pikaba yerleştirilen plakları ruhumuza kattığımız, ilk gençliğimizde aşık olduğumuz bir hikayeydi sahip olduğumuz. dört mevsim onsuz geçtiğinde anladım teninin noksanlığının intiharım olduğ...