kayıp mandalinalar, köprü boyu yaptığımız gece yürüyüşleri, pikaba yerleştirilen plakları ruhumuza kattığımız, ilk gençliğimizde aşık olduğumuz bir hikayeydi sahip olduğumuz. dört mevsim onsuz geçtiğinde anladım teninin noksanlığının intiharım olduğ...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
♫ O.O.O, 모래♫
taehyung, kendini ararken kaybolur gibi hissettiğini söylediğinde kışın ortasında boynu bükük sardunyalar arasında üşüyen bir kediyi andırıyordu gözümde.
kore'deki dördüncü günümün sabahı. taehyung karşımda, sorgulamadan; yeni anlamlar üretmeden kahve içiyor oluşunu izliyorum. o sırada gözüme kupayı kavrayan ellerindeki kızarıklıklar ve kabuk bağlamış yaralar ilişiyor. kaşlarım çatılmışken anlayamadığım her şey üşüşüyor zihnime. neyi söyleyemedik birbirimize, söyleyemiyoruz? yaşadığımız eski tatlı heyecanlara özlem duyuyorum, garip; denizlerde boğuluyorum. yapraklarda. yaprakları yaz kurutur, bundan delilik derdi taehyung ince hisleri güze bağlama alışkanlığıma. bilse onu aydınlatmak, uykularına yıldız serpiştirmek için kendimi hiçliğin ortasına itivermişim; der miydi hiç öyle?
anlatamıyorum ki ben bu sızıyı. ona, kendime, kaoru'ya. dünyaya. anlaşılmaz satırlar doğuruyorum, başımı kaldırıp baktığımda boğulduğum biraz su, çiçeksiz bir güz, saksısı kırık nergis.
peki, dedim. ne kadar böyle gidecek?
suskunluk denizine beni de çeker gibi gülümsedi, hoş bir davette bulunur gibi.
saçları yüzünü kapatıyordu, elleriyle masada ritim tutuyor ve etrafı, kalabalıktan uzak bu yeri inceliyordu. sonra birdenbire durdu, bir şey hatırlamış gibi ceplerini yokladı ve kıvrılmış, rengi solmuş bir zarf çıkardı.
sandalyesinde geriye yaslanmış, soğumuş kahvesine dikmişti gözlerini. dudaklarını araladığında söyleyeceklerini dinlemek için içimdeki tilkilerin hizaya geçişine şahit oluyorum, içim titreye titreye bekliyorum bunun arkasından gelecekleri.
"mektupların hepsini yaktım, onları saklayabileceğim bir ev vermiştin bana, yüzyıllık mutsuzluğumu kelimelerin çatlaklarına itebileceğimi; böylece parlayacaklarını söylemiştin." derin bir nefes aldı, şimdi ellerinin arasındaki zarfın uçlarıyla oynuyor, kağıdı eğip büküyordu.
uzum zaman sonra karşı karşıya geldiğimizde içime yangın düşüren bir itiraf yapmasını bekliyor değildim ancak bahsettiği, ikimizin içinde olduğu bu evden sağ çıkamasam bile önemli değildi çünkü o ev aynı kalacaktı. külleriyle, rüzgârda titreyişiyle ve kırık camlarıyla.
"her birini mi yaktın?" diye sorduğumda "evet," cevabını aldım. "elimdeki dışında hepsini yaktım."
yirmi dakika boyunca, yükselen alçalan sesler eşliğinde kendi sessizliğimizi boğar şekilde oturduk, vazgeçiş, inançsızlık, yeniden başlama isteği, içimde ölüp giden şeyler ve onun yerine gelen şeyler. her şey birbirine girmişti ki sevgilim beni kafamdaki karmaşadan çekip çıkardı. o an dedim ki, olsun, bir mektup daha yazarım. yüz mektup daha yazarım.
bunu ona da söylediğimde dudaklarına yerleşen çekingen bir gülümsemeyi unutamıyorum. gittikçe daha iyi olacağımızı hissediyordum. ne kadar çirkin bir dünyaydı onun sevgisinin olmadığı her yer.