♫ lee sora, 안녕 ♫
ertesi gün ufak tefek işlerim nedeniyle jungkook'la sannamiya istasyonu önünde buluşma kararı almıştık, evine kadar yürürken çevreyi gözlemlemeye başlamıştım. eski bir köprünün önünden geçeceğimizden bahsetmişti konuşmasına ara verdiğinde jungkook, yaklaşık iki yüz yıllık olan köprünün iki yanında sakura ağaçları yer alıyordu ve merdiven şeklindeki setlerin etrafını dökülen sakura yaprakları sarıyordu. bu yumuşak ve hoş görüntüyü mutlaka taehyung'a göstermem gerektiğini düşünerek fotoğrafını çekmeyi ihmal etmedim.
neden yurtta yaşadığımı sordu ve neden kalkıp kore'den buraya geldiğimi. biraz düşünmeden konuşuyor, küçük bir çocuk gibi heyecanlanıyordu. ona her zamanki şeylerden bahsettim, o sırada boş sokakların arkasına gizlenmiş bir apartmanın önünde durduğumuzu fark ettim.
"geldik," diye fısıldarken ceketinin cebini karıştırıyordu, muhtemelen anahtarlarını arıyordu.
kırmızı, mavi ve soluk renkli tabelalara, kepengi uzun süredir kaldırılmayan dükkanlara ve kış soğukluğuna ev sahipliği yapan bir sokakta yaşıyordu. o anahtarlarını bulup kapıyı açana kadar geçen sürede ikimiz de konuşmadık. siyah, yer yer boyası dökülmüş kapı ağır ağır açıldı. dik merdivenleri tırmanırken soluk soluğa kaldığımı gördüğünde özür diler gibi bakmıştı.
çantasını ve elindeki dosyaları salona bıraktıktan sonra bana döndü.
"hemen geliyorum, sen keyfine bak." dedikten sonra gittikçe karanlığa gömülen koridorda kayboldu. içeriden tıkırtılar geliyordu, aynı zamanda bir kedinin sesini duyduysam da ses çıkarmadım ve salona yöneldim ancak birkaç adım atmıştım ki jungkook'un bana bağırdığını duydum.
"buzdolabında içecek bir şeyler vardı, istediğin bir şeyleri çıkarır mısın?"
tamam, dedikten sonra mutfağa yöneldim. buzdolabına göz attığım sırada cebimdeki telefonun titrediğini hissettim. raflarda bira, şekersiz kola, portakal suyu ve votka vardı. iki kutu bira çıkarırken bir yandan da telefonuma ulaşmaya çalışıyordum.
oturma odası ufak sayılırdı, iki kahverengi kanepe ve ceviz rengi sehpa dışında dikkat çeken bir şey bulunmuyordu. sehpanın üzerinde bir kitap; küçük, siyah renkli bir kül tablası vardı. pencerenin arkasında kalan duvara gömülü bir kitaplık olduğunu ise daha sonra fark ettim.
koridordan gelen ayak sesleri ile başımı kaldırdım, işi bitmiş olmalı ki üzerinde az öncekinin aksine siyah bir kazak ve kucağında kaybolmuş bir kedi vardı, odaya giren cılız gün ışığına rağmen sarı tüyleri parlıyordu.
"hyung, sorun eder misin?"
olumsuz anlamda kafamı salladığım sırada yavru kedi jungkook'un kucağından atladı ve temkinli adımlarla bana yaklaşmaya başladı. jungkook kediyi izlerken biranın birini bana uzattı, kucağıma tırmanan ve mırıldanarak bana sürtünen kediye sıkıntılı bir bakış attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
four seasons, taegi
Fanfictionkayıp mandalinalar, köprü boyu yaptığımız gece yürüyüşleri, pikaba yerleştirilen plakları ruhumuza kattığımız, ilk gençliğimizde aşık olduğumuz bir hikayeydi sahip olduğumuz. dört mevsim onsuz geçtiğinde anladım teninin noksanlığının intiharım olduğ...