♫ mot, let you go ♫
yaz sonlarında kobe üniversitesinden kabul edildiğime dair bir telefon alana kadar hoşça kal biriktiriyordum içimde. kabul tarihleri tam olarak eylüle denk geliyordu.
eylül geçip gitti, peşinden bütün sonbaharı da götürdü. işte o dört ay boyunca taehyung'u görmedim. aslına bakarsanız o günden sonra bir daha görmediğimi söyleyebilirim. evden uzaklaşmanın, hiç bilmediğin bir yere giderek içselleşmenin getirilerinden o zamanlar pek haberdar değildim. içime kurulu kış, donmuş olmasına rağmen hafif çıtırtılarla kırılganlığını gösteren buz tabakasıyla kaplı nehri besliyor, buz tabakasını kalınlaştırıyordu.
başımı iki yana sallayarak histerik bir gülüş bıraktım tezgâha karşı. gözlerim tezgâha çevrildi, parmaklarım arasındaki fincanın dumanı tütüyor; fincandan elime akan sıcaklık karlarını eritiyordu varlığımın. kahvenin tadı hoş geliyordu bu gece. bundan kısa bir süre önce yaşadıklarım geçiyordu aklımdan, beni temelden zehirleyen şey belki de buydu: yakın geçmişte yaşanmasına rağmen bulanık arkaplana sahip anılar nehrinde boğuluyor oluşum. nehrin üzeri buz tutmuş, ben ise hapsolmuşum bütün vücuduma sızan suya.
tezgâhın hemen karşı tarafında, heykel bölümünde okuyan ve tuhaf bir tanışma hikayesini paylaştığım kaoru shirazagi oturmaktaydı. benim aksime elinde kristal bardak ve onun içinde viski vardı, belli belirsiz bir yudum aldıktan sonra devam etmemi işaret etti sol eliyle.
"sürekli onunlaydım, sahip olduğum düşler, saklamayı beceremediğim sevinçler vardı sımsıcak öpüşlerimizin arasında. aşık olduğum bir zaman, ruhum henüz onunkine karışmışken şehirden ayrıldım. belki olması gerekendi, ancak alışılmamış olduğunda her şey yanlış geliyor."
suratı düşünceli bir hâle büründü, gözlerini kısmıştı ve alt dudağı dişleri arasına hapsolmuştu.
önce, geçen hafta pazar sabahı getirdiği ve salondaki pencerenin pervazına bıraktığı şeker begonyasını işaret etti.
"sanırım bir süre içeride tutmak iyi olacak, bu hafta rüzgâr geliyor."sonra durdu, kendi sözünü keser gibi durdu ve asıl konuya dönmek ister gibi başladı konuşmasına. "göğüs kafesinin en özel yerine, deli köşene saklamışsın sen onu. dönem arası yaklaşıyor nasılsa, kore'ye dön. ihtiyacın olan bu."
"hâtıraların lanetlere dönüşmesini arzu eden bir yanım yok," sözcükler öyle yetersizdi ki hissettiklerimi açıklamaya, sadece gülüp fincanımdaki kahveden bir yudum aldım. sabah olmak üzereydi, "dönem arası ne yapmayı düşünüyorsun, kaoru?"
ona verdiğim kırmızı tokayla uzamış olan saçlarını toplamaya çalışırken derin bir iç çekti. "winter garden'ı ziyaret ederim sanırım, kimse kalmayınca korkunç bir yer hâlini alıyor kobe, yalnızlığından kanatıyor seni. gidecek yeri olmayanlar olarak kalıyoruz işte bir yerlerde, her şehirde var böyleleri, tek bakışta bile anlıyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
four seasons, taegi
أدب الهواةkayıp mandalinalar, köprü boyu yaptığımız gece yürüyüşleri, pikaba yerleştirilen plakları ruhumuza kattığımız, ilk gençliğimizde aşık olduğumuz bir hikayeydi sahip olduğumuz. dört mevsim onsuz geçtiğinde anladım teninin noksanlığının intiharım olduğ...