Saat kaçtı bilmiyorum. Ama uzun zamandır burada kapalı kaldığımı biliyorum. Oda sanki benim için hazırlanmış gibi. Oda bomboş! Kapıyı açmam için yarayacak sivri hiçbir şey yok. Koskoca odada sadece yatak ve boş duvar genişliğinde dolap vardı. Yan tarafta olan kapının arkasında ise tuvalet vardı. En azından bunun için kapıyı açmalarını bağırmayacaktım. Sabah pek bir şey yememiştim ve şimdi karnım acıkmıştı. Niall'ın söyledikleri aklıma geldi. 'Birkaç gün bu odada hapis kalsın. Aklı başına gelir ve benimle uğraşılmayacağını anlar.'
Bu göt kadar ufacık odada beni tek başıma bırakmışlardı. Benim klostrofobim var! İç sesim kendini belli ederek klostrofobimin olmadığını bağırıyordu.
Beyaz çarşafların üzerine uzandım C pozisyonuna alarak kıvrıldım. Bugün olanları düşünmek için bile çok yorgundum. Uyumalıydım. Ama güvenemiyordum bir türlü. Ya ben uyurken Niall gelirse. Gelip bütün kanımı içer ve beni kurutursa!
Sabaha kadar kimse gelmemişti. Sırtım bükülü yatmaktan ağrımış ve bana eziyet ediyordu. Aç olduğum kadar susamıştım da. Susuzluğumu gidermek için lavaboya yöneldim. Şu düştüğüm hale bakın!
Doya doya su içtim.
İki gündür bu odadaydım. İki gündür kimse kapıyı açmamıştı. İki gündür yemek yiyemiyordum. Başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Kafamdaki bandajın artık değiştirilmesi gerekiyordu ya da çıkarılması. Elimi kaldıracak halim yoktu. Uyumaktan veya ağlamaktan başka bir şey yapmıyordum. Bir süre sonra beni burada bırakacaklar ve çürümeye mahkûm kalacaktım. Ağlamaktan ve açlıktan çökmüştüm.
Kilitli kapının arkasında bağrışlar duydum. İki kişi fikir ayrılığı yaşıyordu. Yattığım yataktan doğrularak bacaklarımı kendime çektim. Kollarımı da bacaklarımda dolayarak koruma pozisyonumu aldım.
"Artık yeter kilitli kaldığı. Aç şu kapıyı Niall." Sanırım Liam'ın sesiydi.
"Daha akıllanmamıştır o küçük cesur. Şu an kapının arkasında ayna kırığıyla durduğuna eminim."
Ondan nefret ediyorum. Acımasızlığından, mavi gözlerinden nefret ediyorum. Niye bu kadar duygusuz anlamıyorum. Vampir olması tamamen insanlığını yitirmiş olduğu anlamına gelmiyor ki. İçinde bir parça duygu olmalı.
Kapının arkasındaki sesler kesildiğinde umutsuzca kafamı bacaklarımın üzerine koydum. Kafam bacaklarımın üzerinde dinleniyordu.
Bir süre sonra ayağa kalktım ve tuvalete ilerledim. Haklıydı aynayı kırmalı ve avcumun içini kesmeliydim. Kan kokusuna karşı duyarlı olduğu için kapıyı açmasına bir neden vermiş olurdum. Aynanın karşısına geçtim. Solgun suratıma baktığımda 10 yıl daha yaşlanmış gibi görünüyordum. Şişmiş ve kızarmış gözler, çökmüş göz altları, kızarmış burun ve yanaklar. İki günde bu kadar çökmem normal miydi?
Kafamda sarılı rahatsız edici maddeyi çıkardım. Banyonun bir köşesine atarak başımdaki yaraya baktım. Kısmen geçmiş, kabuk bağlamıştı, dokunduğumda yüzümü buruşturdum. Acımıştı. Yarama dikkat kesmeyi bırakıp banyo kapısından söylenerek çıktım.
"Piç herif! Ne hale getirdi beni. Akıllanacakmışım ha! Şuradan bir çıkayım. İlk önce o sırıtan sur-" Söylenmemi kesen şey bir çift mavi gözdü. Bütün konuşmama pişman olmuştum o an. Kim bilir ne yapacaktı bana, ona küfrettiğim için. İfadesine bakmak için yüzümü kaldırdım. Ne alayla sırıtan bir suratı vardı, ne de öfke saçan bir suratı vardı. İfadesini çok iyi gizliyordu. Gözleri beni baştan aşağı süzdü. Alnımda biraz oyalandığından eminim. Konuşmadan banyoya doğru gelmeye başladı uzun bacaklarıyla. Hiç düşünmeden suratına kapıyı kapattım. Kapının yan tarafında duran çekmeceli dolabı kapıya itekledim o kapı kulpunu çekmeden önce.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Death Too Nearby
Novela JuvenilÖlüm nerdedir bilemezsin. Belki bir tetiğin ucunda, yada bir avuç hap... Bir şişe zehir, evet ölmek için iyi yol. Peki ya ölüm, sana sevdiğin kadının damarlarındaki kan kadar yakınsa...