1 ❣ 3 - Tartia

47 11 8
                                    

"Tartia mı? Ben... Rüya falan mı görüyorum?"

Loş ışıklı odanın ortasına doğru yavaşça ilerledi. Odadaki -şöyle bir etrafa bakarsak, doğru bir tabirle kocaman bir salondaki- tuhaf ışıklandırmadan ötürü vücudunun yarısını göremiyordum. Dalgalı saçları, kafasının üzerinde kocaman bir topuz yapılmıştı.

Bana doğru yaklaşırken attığı çapraz adımlar yüzünden bir o yana, bir bu yana sallanıyordu. Aramızda iki adım kala durdu. Şimdi daha iyi görebiliyordum. Tartia'yı... Siyah, kocaman gözleri vardı. İrisleri içinde gözbebeği kaybolmuştu. Parıltısız, boş, donuk bakan kocaman gözler benimkine dikilmişti; dikkatlice izliyordu beni. Kusursuz şekilli burnu; çıkık elmacık kemikleri ve iyice içe doğru gömülmüş yanakları ile tezat bir görüntü oluştursa da porselen beyazlığındaki teni ve şekilli, kalın, çatık kara kaşları ona korkutucu bir hava katmıştı. Elbisesi gece siyahıydı ve bütün parçaları deriydi. Dar korsesi bütün vücut hatlarını ortaya koyuyordu. Parçaların kesilip birleşmesiyle oluşan uzunlu kısalı kabarık deri eteği o yürüdükçe daire şeklinde dağılıyordu ve ona kusursuz bir görüntü katıyordu.

Şekilli kırmızı dudakları iki yanına doğru gerildiğinde kalbim gümbür gümbür atmaya başladı.

Rüyadan ziyade kabus görüyor olmalıydım.

Palyaçolardan hep korkmuştum. Beyaza boyanmış yüzleri, kızıl burunları ve salak peruklarıyla çocukluğuma korkutucu anılarla musallat olmuşlardı ama bu korkuda yeni bir boyuttu. Korku filmlerinde oynayan; sese doğru giden aptal genç kızlar gibiydim. Bu kadar çirkin olmasaydım ciddi ciddi bir filmin içinde olduğumu düşünecektim.

Kendimle ilgili aşağılamalarımın her durumda refleks olarak gerçekleştiğini anlamam bu durumun yanında abes kaçsa da, normal bir yerde olmadığımı fark edip kendimi toparlamam için yeterli olmuştu.

Kaçmak için kendimi hazırladığımda uzun parmakları, ışık hızıyla kollarıma yapıştı.

"Nereye gidiyorsun, Dolores? Korktun mu yoksa benden?"

Korktum, demek istedim ama yuttum kelimeyi. Sadece dudaklarımı aralayabilecek kadar beynimi harekete geçirebilmiştim.

"Kokmana gerek yok," dedi bir çırpıda. Doğum gününde kocaman bir hediye paketini kucaklayan heyecanlı çocuklar gibi çıkıyordu sesi. "Seni korkutmak için çağırmadım buraya. Hem neden ürkütmek isteyeyim seni? Sen buraya benim için gönderilmiş bir mucizesin!"

Hala bir tepki veremeyecek kadar kasılmış durumdaydı bedenim. Sanki kontrolde ben değilmişim gibi. Sanki bedenim başkasına itaat ediyormuş gibi. Kaçmak istiyordum ama yapamıyordum.

"240 yıldır bu günü bekliyorum! Seninle tanışabilmek için."

240 yıl mı?

240 yaşında olmak için biraz fazla gençti. Rüyamda bile böyle şeyleri abartabiliyormuşum demek!

"Benimle mi?" diye mırıldanabildim anca. Dilim başka şeyleri söyleyemiyordu.

"Evet!" diye bağırdı. Sonra uzun, beyaz parmaklarını hızlıca üzerimden çekti ve arkasını dönerek uzaklaştı benden yavaşça. İçimde bir şeyler oynamıştı o uzaklaşınca. Ruhum, daha iyi oturabilmek için sandalyesini elleriyle şöyle bir düzeltmişti sanki. Öyle hissediyordum.

Dilimin bağı çözüldüğünde, "Rüya mı bu? Gerçek olamayacak kadar saçma şeyler görüyorum çünkü," diye gevelemeye başladım. İçimde bir şeyler eğilip, kulağıma, bu gerçek, diye fısıldıyordu sanki... Ama rüya olmak zorundaydı.

"Rüya değil," dedi şairane bir sesle. "Tamamıyla gerçek!"

"Bu gerçek olamaz ki! Çok saçma. Daha az önce odamdaydım ben. Daha az önce-"

Dolores'in Günlüğü #wattys2019Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin