Aptallığımı anlatacak kelimeleri seçmekte zorlanıyordu zihnim.
Bütün sarayın, Landera soylularının önünde kendimin ve ailemin bir rezalete doğru sürüklenmesini sağlayacak, şu koca dünyada sadece tek bir kelime vardı ve o da benim ağzımdan çıkmıştı.
Taht odasına ilk adımımı atarken kendi kendime düşündüğüm her şeyi çöpe atmıştım sanki... Kazanan taraf olmak için gelecektim. Hah... Beni kölesi yapmak üzere özenle seçmiş bir grup soyluya diz çöktüreceğimi düşünmüştüm. İşte tam da bu sebepten ötürü seçmişlerdi beni: saftım. Kendime söylediğim her şeye çok kolay inanıyordum. Yanlış veya doğru...
Kendimi düşünmem yersizdi. Ben her durumda kaybeden taraftım. Peki ya kardeşlerim? Harold ve Halley? Krala karşı söylenmiş aptalca bir sözcük elbette ki ölümüme neden olmayacaktı ama bu hayatta ölümden de beter şeyler vardı. Onursuzluk gibi. Babamın zaten bir ayağı çukurdaydı, öldükten sonra böyle şeylerin önemi kalmazdı. Annemin umrunda olmaz, başka bir zengin kocaya kaçardı. 10 yaşındaki ikiz kardeşlerim benim yaptığım hatanın izlerini taşımaya devam edecekti.
Bir göz kırpmasına eşdeğer bu zaman dilimi içerisinde aklımdan ilk geçen şeyler bunlardı. Zaman kavramı abartılıyordu. Başka bir göz kırpmasına eşdeğer zaman diliminin tümünü, kendime lanet etmeye harcadım. Bir başka zamanda da krala lanet ettim.
Bu soru, ilk gördüğünüz insana direkt olarak sorabileceğiniz tarzda bir soru değildi.
Hem, kuralları kendi çiğnemişti. Tahtından kalkmaması gerekiyordu. Benimle göz teması kurmaması gerekiyordu. Ve üstelik, benden nefret ettiğini bu kadar kolay belli etmemesi gerekiyordu.
Eğer kuralları ilk çiğneyen taraf o olmasaydı, bu başıma hiç gelmeyecekti.
"Hayır mı?" diye mırıldandı, Kral Jonathan.
Peki, Davina. Nasıl düzelteceksin bunu?
"Hayır, majesteleri. Çünkü... Çünkü ben... Size layık bir eş olabileceğime i-inanmıyorum."
Bravo.
"Eğer annem, Kraliçe Elizabeth, sizin iyi bir eş olabileceğinize inanmasa bana layık görmezdi. Eğer tereddütünüz buysa, çok düşünmemenizde fayda var."
Sesinde kararlılık tonu hakimdi. Karanlık, kendinden emin ve tekdüze. Elimi bırakıp gergin bir biçimde ellerini arkasında kenetlediğinde hiç vakit kaybetmeden dizlerimin üzerine çöktüm. Bu durumdan kendimi nasıl kurtaracağımı bilmiyordum. Doğaçlama yapmaya karar verdim.
"Lütfen beni bağışlayın, majesteleri. Sizden ve Kraliçemizden şüphe ettim. Toyluğuma ve akılsızlığıma veriniz."
Doğaçlama yapan halimden her ne kadar tiksinmiş olsam da, bir yandan işe yaraması için dua ettim. İstedikleri şeyi hediye paketlerine bezeyip ellerine veriyordum sanki. Dileneceğim her bağışlanma isteği, onun zayıflayan otoritesini güçlendirecekti. Ve ben de onların istediği kukla kraliçe olacaktım. Aptal olmam onların işine geliyordu.
Güldü. "Lütfen ayağa kalkın, Leydi Davina. Genç olabilirsiniz ama toy değilsiniz. Sanıyorum akılsız hiç değilsiniz."
Kahretsin!
Sözünü dinleyip tekrar ayaklarımın üzerinde doğruldum. Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Elleri yavaşça hareket etti, yüzüme doğru yol aldı. Hafifçe çenemi tuttuğunda ona bakabilmem için hafifçe yukarı kaldırdı.
Ve en sonunda koyu kahve gözlerim onun yeşil gözleriyle buluştu.
Kahverengine yakın yeşil tonunu taşıyordu gözleri. Belki de bu kadar koyu değildi önceden. Belki de bu karanlık bakışları gözlerine işlemişti. Çatık kaşları, meraklı bir biçimde büzülmüş gözleri, bana öyle bir bakıyordu ki; bir an ruhumun derinliklerine inip içimde saklı kalan her şeyi gün yüzüne çıkartacakmış gibi hissettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dolores'in Günlüğü #wattys2019
Fantasy*** "Her güzelliğin ödenmesi gereken bir bedeli vardır. İşte tam da bu dönüm noktasında hayatının en büyük hatasıyla tanıştı. O günden sonra hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmadı." *** Biri, sebebini bilmediği bir yolculukta nedensizl...