Hayat o kadar acımasız ki; Bazen doğru olanı yapmak için en çok istediklerimizden vazgeçmemiz gerekir. Hayallerimizden bile.
Kalbim kırılmıştı. Çok canım acımıştı. İki taraf da çok çaresizdik. Amerika rüyam bir yanda ailem saydığım adamlar bir yandaydı. Bugüne kadar sadece kendimi düşünerek yaşamıştım. Başkasını düşünmek, böylesine büyük bir fedakarlık etmek bunlar ilk defa tattığım hislerdi. Düşünceli halimi yanlış yorumlayan adam araya girdi. "Ha Neul Hanım ben SM Eğlence Şirketi Genel Sekreteri Ki Joon. Endişelerinizi anlıyorum o yüzden kısa bir açıklama yapacağım. Şirketimizle geçici bir ilişkiniz olmayacak. Emekleriniz karşılığını da fazlasıyla alacaksınız. Tae Woo bana videolarınızı ve koreografilerinizi izletti. Ayrıca çok iyi bir özgeçmişe sahipsiniz, kendinizi yetiştirmişsiniz. Şirketimizde sizin gibi biriyle çalışmayı dört gözle bekliyoruz. Sözleşmemiz şimdilik 2 senelik ancak 8. maddeye dikkat ederseniz geri dönüş ve konser programlarının başarılı olması durumunda sözleşmenin 10 yıla kadar uzatılabileceği yazıyor." diyerek sözleşmeyi önüme koydu. Yalnız beyefendi endişelerimi anladığını sanarak endişelerimin yanından bile geçmemişti. Benim derdim bunlar değildi ki.
Tae Woo oppa bir şeylerin farkına varmıştı. Beni tanıyordu. "Hemen cevap vermek zorunda değilsin. Önce biraz düşün." dedi. Başımı sallamakta yetindim. Ki Joon isimli bey pek memnun olmasa da kabul etti ve yarına kadar sonucu bildirmemi söyledi. Sekreter gittikten sonra Tae Woo oppa yanıma geldi. "Sorun ne? Aklını kurcalayan bir şeyler var gibi görünüyor. İyi bir yerlere gelmek senin hayalindi bu teklifi havada karada kapardın. Seni ne durduruyor?" öylesine yumuşak ve içten konuşuyordu ki olanları ona söyleyemedim. Çünkü git derdi. Kendini sıkıntıya sokacak dahi olsa git derdi. Peki gitmeli miydim? Gerçekten doğru olan ardına bile bakmadan gitmek miydi?
"Sadece biraz düşünmem lazım." diyerek hastaneden ayrıldım. Tatlı bahar esintisi eşliğinde yürümeye başladım. Sakura zamanı yaklaşmıştı. Bazı ağaçlar yavaş yavaş çiçek açmaya başlamıştı bile. Bir yandan etrafı izliyor bir yandan da içimde bir savaş veriyordum. Yapmam gereken belliydi, doğru olanı yapmalıydım. Hayallerime de mal olsa kalmalıydım. Burada geliştirirdim kendimi. Ne olacaktı ki? Seoul'e adım attığım ilk günden beri benim her sorunumla ilgilenmişlerdi. Sayısız kez yemek ısmarlayıp sayısız kez evlerinde sıcak yemek yedirmişlerdi bana. Başım sıkıştığında ilk onlar yardıma koşmuştu. Bir abi, bir baba, bir aile gibilerdi. Hep hayıflandığım yalnızlığımı en güzel haliyle dindirmişlerdi. Evet, kararım kesindi.
Taksiden inip önümdeki koca şirkete baktım. Çevrede yabancılar dahil birçok insan vardı. Kore eğlence sektörü gerçekten her geçen gün çığ gibi büyüyordu. Şirket önünde dans edenler, fotoğraf çekinenler, idollerini bekleyenler. Küçük kalabalıktan sıyrılıp içeri girdim. Gün batmak üzereydi. Ki Joon Bey'in giderken bıraktığı karttaki numarayı aradım. "Ben Song Ha Neul. Öğlen görüşmüştük. Şirketin girişindeyim, kararımı verdim. Görüşmek için müsait misiniz?" Evet yanıtını aldıktan sonra önümdeki güvenlik danışma karışımı insan bana bir misafir kartı verdi ve şirkete girdim. Ki Joon Beyin odasına girdim özetle sözleşmeyi imzaladım, el sıkıştık ve çıktım. Her şey böylesine basitti işte.
***
Saat 07.30'a kurduğum alarmla yerimden fırladım. Geri dönüş çok yakındı ve şirket endişe içindeydi. O yüzden vakit kaybetmeden işe başlamamı istediler. Bir duş alıp çantamı hazırladım. En azından yine kendi işimi yapacaktım. Siyah bir hoodie ve kot pantolonu üzerime geçirip evden çıktım. Şirkete geldiğimde iş kartım çıkartılmıştı bile. Artık gerçekten SM Eğlence Şirketinin bünyesindeki bir dansçı, koreograftım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under the Same Sky
Fanfictionİsmim Ha Neul. Bu ismi ben seçtim. Gökyüzü ve cennet anlamına geliyor. Neden mi bu ismi seçtim? Nedeni belli. Gökyüzü. Gökyüzü bu dünyada en değerli buluğum şey, beni hayatta tutan şey. Kendimi bildim bileli hayatta bir başımayım. Yalnızlık zor. Da...