"Tanıştırmaya gerek yok zaten hepsini tanıyorsun kendini de tanıttın direk başlayalım benim ayrılmam gerek çünkü." Tae Woo oppa kız kardeşi Bo Ra'nın fizik tedavisi için şehir dışına çıkacaktı. Hemen kaynaşmamız için gelmişti ancak kimse bir adım atmıyordu. Saçma bir hava hakimdi. Ben yavaşça bilgisayarın başına geçtim ve pratik videosunun olduğu dosyayı açtım. Açıklama yapmak için onlara döndüm ama vazgeçtim. Garip bir gerginlik vardı üzerimde. Tüm özgüvenim uçuvermişti sanki. Hiçbir şey söylemeden direkt videoyu oynattım.
Onlar videoyu izlerken ben de onları izliyordum. Tepkilerini gerçekten merak ediyordum. O an anladım. EXO gerçekten tepki kralıydı. Duygularını o kadar güzel ve belirgin dışa vuruyorlardı ki gözünü onlardan almanın imkanı yoktu. Beğenmişlerdi ve bu beni o kadar rahatlatmıştı ki. Biraz olsun gevşediğimi hissetmiştim. Video bittiğinde yüzlerindeki gülümsemeleri ışıldamaya devam etti.
Yong Min oppa söze girdi: "Nasıl buldunuz çocuklar?" Bu sorunun cevabını ben de çok merak ediyordum. İlk sözü Jongin aldı. "Ben genel olarak beğendim ama bazı yerler şarkıyla beraber çok yoğun kalıyor. Hem dansı hem şarkıyı götürmek zor olur nefesimiz kesilir." Dedi. Kafamı salladım. "Aslına bakarsanız bu dans taslak niteliğinde. Beraber yaptığımız pratiklerde tam anlamıyla şekillendirmeyi amaçlamıştım. Açıkcası sizi henüz çok iyi tanımıyorum bu yüzden öne çıkan yönlerinizi barındıran figürleri de beraber ekleyeceğiz. Çıkarmak veya değiştirmek istediğiniz yerleri de hallederiz." Dedim gülümseyerek.***
"Ya, ya, ya! Hemen toparlanın!" Pratik yapmaya başlayalı tam bir hafta olmuştu. Güzel ilerliyorduk ancak EXO'nun yoğun programı çocukları çok yoruyor ve pratikteki performanslarının düşmesine neden oluyordu. Onlarla tanıştıktan sonra idollere olan saygım sonsuz artmıştı. Gerçekten müthiş bir emek vardı ortada. Dans etmeye devam ediyorlardı ama çok bitkin görünüyorlardı. "Kestik. Peki tamam. Ben pes ediyorum. Bugün benden size izin. Birazcık olsun dinlenin ve kendinize gelin." Bana şaka yapıp yapmadığımı sorarken dahi gözlerinin içleri parlamıştı. Chanyeol: "İşte bizim Ha Neulumuz. Bir tanesin sen." dedi. Gülümsedim. O kadar sıcakkanlı o kadar cana yakınlardı ki hiçbir sıkıntı çekmemiştik. Sanki 40 yıldır tanışıyor gibi rahattık ve iyi anlaşıyorduk.
"Ya Ha Neul-ah! Hadi bize yemek pişir!" Birden bağıran Baekhyun'a döndüm. Aniden gelen teklifi üyeleri heyecanlandırmıştı. Yemek yemek onların yapmayı en çok sevdiği şeydi belki de. Eskaza bir keresinde yemek yapmada iyi olduğumu söylemiştim. Bu onlara söylemem gereken son şeydi. "Hepinizi sığdırabileceğim bir evim yok." Dedim iki ellerimi yana açarak. Mükemmel bir bahaneydi sıyrılmak için. Ama dediğim gibi yemek onların kırmızı çizgisiydi. "Sorun değil, bizim yurtta yaparsın. Hadi gidelim." Diyip yürümeye başladı Chanyeol. Baekhyun ile birbirlerine beşlik çaktılar. Kai et yiyelim tezahüratı yaparken ben algılamaya çalışıyordum. Birden bire işi üstüme yıkmayı başarmışlardı. Ayrıca oraya gitmeyi de pek istemiyordum. "Bizimkileri boşver. Sen de yorgunsun gidip dinlen ben onları idare ederim." Dedi yumuşak sesiyle. İçimi ısıtan bu insan Jongdae'den başkası değildi. Kolumu kavrayan elini çektiğinde elimdeki büyük çantayı aldı. "Ah, buna hiç gerek yok bak." Diyip çantayı almaya çalışsam da başarılı olamadım. İlk karşılaşmamızda üstüne bir bardak kahveyi boca etsem de bana karşı her zaman kibar ve korumacı yaklaşıyordu. Onun kişiliği buydu. Beraber asansöre bindik. Minseok oppa ve Kyungsoo oppa da bizimle beraberdi. "Sorun değil. Madem bu kadar istiyorsunuz o zaman size bir ziyafet çektiririm." Dedim. Birden neden U dönüşü yaptığımı kendim de anlamamıştım. Jongdae bana döndü "Yorgun olmadığına emin misin?" Diyerek. Gülümseyerek başımı sallamakla yetindim. Fazlasıyla yorgundum ama yalan söylemeyi iyi beceriyordum herhalde. Kyungsoo oppa "Endişelenme Jongdae-ya ben de yardım ederim. Hep beraber iş bölümü yaparsak herkes en az yorgunlukla sıyrılır." Dedi. Onu reddetmedim çünkü birazcık yardımdan hiç zarar gelmezdi.
Arabalardan inip yurda doğru ilerledik. Büyük bahçenin içindeki rengarenk çiçekler çok güzel görünüyordu. Baharın geldiğinin en güzel göstergesiydi çiçekler. İstemsizce "Vay be, çok güzel." Sözleri döküldü ağzımdan. "Beğenmene sevindim, bakımlarını ben yapıyorum. Sen nadir görücülerindensin." Dedi Jongdae şirin bir gülümsemeyle. Gün batmak üzereydi. Gökyüzü büründüğü sıcak tonlarla bir tabloyu andırıyordu. En sevdiğim manzara buydu belki de. Ellerimizde poşetler yurda girdik. Vakit kaybetmeden mutfağa geçtim çünkü bu orduyu doyurmak hiç de kolay olmayacaktı. Ellerimi yıkadıktan sonra işe koyuldum. Tabii ki favorileri her zaman için etti. Ben Kore sığırı etini pişirmeye koyulurken Kyungsoo da çorba yapma işini üstlenmişti. Etleri doğrarken başımdan bir şey geçti. "Bu önlüğü tak, üzerin kirlenmesin." Diyerek önlüğü arkadan bağladı Jongdae. O her zaman için düşünceliydi. Gülümseyerek teşekkür ettim. Tüm üyeleri ayırmaksızın sevsem de onun bende bıraktığı farklı bir his vardı. Sanki onu önceden tanıyor gibiydim. Yabancı hissettirmiyordu. Belki de başka bir şey. Adlandıramasam da vardı, bu gerçekti. Kendi de bir önlük taktı. "Ben nasıl yardımcı olabilirim?" Dedi. Kyungsoo gözlerini patlatıp döndü. "Jongdae-ah sen ve yardım etmek mi? Birdenbire?" Dedi şaşkınlıkla. Minseok oppa da aynı şaşkınlıkla masaya götürülecekleri ayarlamayı bıraktı. "Bugün canım yapmak istiyor. Neden yani!"
***
"Umarım beğenirsiniz gerçekten gerginim bakın şu an." Diyerek sofraya oturdum. Kocaman bir sofraları vardı. Çok üyeli bir gruba ancak böylesi yakışırdı böylesi yeterdi. Ben cümlemi bitirmeden yemeye başlamışlardı bile. Durup göz gezdirdim. Keyifli bir akşamdı onlar için. Birliktelerdi ve mutlu olmamak için bir sebepleri yoktu. Hepsi pırlanta gibi insanlardı. Tertemizlerdi bence. Kibar, nazik, eğlenceli, bazen kırılgan... Haklarında yapılan nefret yorumları ve düşünülen kötü şeyler geldi aklıma. Dışardan insanları yargılamak ve boş boğazlık etmek ne de kolay diye geçirdim içimden. Onca emek vererek söyledikleri şarkılara ve ara vermeden pratik yapıp öğrendikleri danslara küfür edenler geldi. Birdenbire öylesine üzgün ve sinirli hissetmiştim ki. Ağlasam yeriydi. "Yemeyecek misin bak çorban soğuyacak." Dedi Kyungsoo oppa. Ona döndüm zoraki bir gülümsemeyle başımı salladım. İnsanlar gerçekten acımasızdı. Onlar buna alışmıştı belki de. Ama kimse taş gibi doğmuyor. Şimdi olmasa da belki -ki hala olabilirdi ama- bir zamanlar ne kadar üzüldüklerini hayal etmeden duramadım. Çabucak yemeğimi yedim ve izin isteyerek ayrıldım. Ayrıldım çünkü o kadar hüzünlüydüm ki onların da modunu düşürmek istememiştim. Bu kadar üzülmemin nedeni belki de onları kendimle bağdaştırmamdır diye düşündüm. Bir zamanlar benim için de oldukça zorlu geçmişti. Eve gidince her zaman içim sıkılınca yaptığım şeyi yaptım. Uzandım ve gökyüzünü izledim. Ne zaman kötü hissetsem gökyüzüne bakar ve içimin ferahlamasını beklerdim. Bunu yapmaya çok uzun zaman önce başlamıştım. Küçük olmasına rağmen hayatıma dokunan biri sayesinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under the Same Sky
Fanfictionİsmim Ha Neul. Bu ismi ben seçtim. Gökyüzü ve cennet anlamına geliyor. Neden mi bu ismi seçtim? Nedeni belli. Gökyüzü. Gökyüzü bu dünyada en değerli buluğum şey, beni hayatta tutan şey. Kendimi bildim bileli hayatta bir başımayım. Yalnızlık zor. Da...