3

5K 377 72
                                    

"Korku nedir bilmeyiz biz dağların erleri! Yuva yaptık göklere, baş döndüren yerlere. Engel tanımaz aşarız yüce engin dağları.   El verir uzanırız mor siyah bulutlara!"

Marş sesi her yeri inletirken, Gökbörü hissettiği duygularının yoğunluğu altında ezileceğini düşündü. Öyle bir marştı ki; gurur duymasına, hırslanmasına, Türklüğüyle övünmesine, asker olduğu için binlerce kez şükretmesine ve buna benzer onlarca şeye vesile oluyordu.

"Şu kopan fırtına Türk ordusu ya Rabbi. Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbi. Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin, vur şehitler aşkına, vur sen Allah aşkına!"

Eğitim verdiği her askere ilk önce bu marşı öğretiyordu. Ne için var olduğunu, ne uğruna savaştığını anlatan bu marşı...İçtima alanında olan on beş adam hep bir ağızdan marşı söylerken, Gökbörü de onlara eşlik ediyordu. Bu hep böyle olurdu. Askerler koşarken koşar, atış yaparken atış yapar, marş söylerken marş söylerdi. Hiçbir zaman rütbeliyim havalarında gezmemiş, kendine yakışanı yaparak daima iyi bir komutan olmuştu.

Sesleri öyle gür çıkıyordu ki; tugayın yemekhanesindeki gürültüye rağmen herkes onların sesini duyuyordu. Dağ taş sesleriyle inliyordu.

"Ne mutlu Türküm diyene! Ne mutlu Türküm diyene. Ezan dinmez, bayrak inmez, şehitler ölmez vatan bölünmez!"

Son kısmı haykırırcasına söylediklerinde Gökbörü iç çekerek baktı onlara. Kendinden yaşça küçük olan bu adamlar iyi yerlere gelecekti. Hissediyordu. Gözlerinde gördüğü ışık, ona bunu hissettiriyordu.

"Rahat!" dedi asla ödün vermediği otoriter sesinden. Her çalışmalarında mutlaka bir marş söylerlerdi. Bu onun için kural olmuştu artık. İçtimadan önce ve sonra mutlaka söylerlerdi.

Birazdan söyleyeceği şeylerin ne kadar yalan olduğunu bilsede öyle söylemek zorundaydı. Onların daha iyisi olabileceğini biliyordu.

"Bugün yaptığınız atışlar berbattı. Sürünmeleriniz, koşma sürelerinizden bahsetmiyorum bile. Böyle devam ederseniz hiçbir bok olmaz sizden!"

Karşısındaki adamlar yirmi, yirmi iki yaş aralığındaydı. Devletin askeri birliklerinden biri için onları üç ay kadar eğitecekti. Ve onlar geleli henüz bir hafta olmuştu. Bu bir hafta da resmen hepsinin ağzına etmişti. Tugaydaki herkes kadının onlara çok sert davrandığının farkındaydı ancak kimse ağzını açıp tek kelime edemiyordu. Çünkü biliyorlardı ki kadın daima en iyisi için uğraşıyordu. Bu ilk eğitim verişi değildi, defalarca eğitim vermişti. Hiçbir şey yapamaz gözüyle bakılan adamları bile hizaya getirmişti.

"Bu yaptıklarınız yapacaklarınızın yanında, deve de kulak bile değil. Son kez uyarıyorum sizi. Ya kendinize çeki düzen verirsiniz ya da siktir olup gidersiniz!"

Sözlerinin sert olduğunun bilinceydi ki bilerek öyle yapıyordu. Asker olmanın zor olduğunu önce algılamalı, sonra uygulamalı olarak yaşamalıydılar.

"Şimdi gidin yemeğinizi yeyin. Tam bir buçuk saat sonra herkes poligonların orada olsun. Afiyet olsun."

"Sağ ol."

Adamlar içlerinde baş gösteren hırsla içeri girdiklerinde, üzerlerinde olan bakışları hissediyorlardı. Kadının yaptığı konuşmayı tüm tugay duymuştu anlaşılan. Bu onların daha çok çalışması için başka bir bahane olmuştu.

"Yine ateş püskürüyorsun, Yüzbaşı."

Bahçede tek başına kalan kadın duyduğu sesle arkasını dönerek hazır ola geçti. Fuat Vezirhan buradaydı, hem de dakikalardır. Yanındaki iki askerle binanın köşesinde onu izlemişti. Kendine çok benzeyen kızını. Konuşması, mimikleri, sert bakışları öylesine babasına benziyordu ki kopyası gibiydi.

GökbörüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin