7. Bölüm Kara Delik

97 9 0
                                    

Hafızamda olayları tekrar tekrar sırasıyla canlandırıp durdum. Ama yeni bir şey bulamadım. Sanki anıların, geçmişin olduğu yerde kara delikler var. Her bir fırtınada, kasırgada kara delikler yavaş yavaş her şeyi içine çekiyor. Bu berbat his garip şekilde boğucu, sıkıştırılmış durgunluğu ile belleğimde silinmez bir yer etti.

Büyük bir ateşi kurcalayarak küçültür sonra tam da sönmek üzereyken alevi canlandırmak için korları var gücünle karıştırırsın ya işte bende bunu yapıyorum. Anıların belli belirsiz hali ruhumu boğarken ben onları bulmak, hatırlamak için direniyorum.

İç karartıcı bir gün... Tamamiyle benim karamsarlığımla alakalı olamayacak kadar bungun, kapalı, huzursuzluk ve sıkıntı verici bir gündü. Birdenbire çıkan hırçın bir rüzgarın odamın içinde ıslığa benzer çıkardığı ses kulaklarımdan uğuldayarak geçti ve gitti. Camın kenarına yaslanmış dışarıyı izlerken dışarıda da olduğu gibi içimde de fırtınalar kopuyordu. Ne güneş vardı ne de karanlıktı. Ellerinde mum taşıyan cesetlerin ilerleyeceği veya fırtına patlak vermeden önce kaçak rahibelerin gazabına uğramış ve şehre sığınmak için adımlarını sıklaştırmış Romalı hortlakların yokuşu tırmanacağı bir gün. Kesinlikle günün uğursuzluğu üzerimdeydi. Hissediyordum. Bugün iyi şeyler olmayacaktı.

Gece boyu sürekli uykum bölünmüştü. Bende en sonunda kalkıp bir bardak sıcak süt aldım. Kitaplığımın içinden rastgele seçtiğim bir kitabın rastgele bir sayfası kucağımda açık şekilde duruyordu. Camın önünde oturmak için yapılmış pufla sandık yarışımı bir şey vardı. Elbette Engin Abinin eseriydi. Pufa çıkmış sırtımı duvardaki yastığa vermiştim. Normalde olsa kitaba başlar ve bitirmeden elimden bırakmazdım. Ama şimdiyse ne okuduğumdan bir şey anlayabiliyor ne de aklımı dağıtabiliyordum.

Ben sütü içene kadar süt çoktan elimde soğumuştu. Kupayı masaya bırakarak tekrar yatağıma kıvrıldım. Pikeyi kafama kadar çekmiyordum artık. Alışkanlıklarımda değişmeye başlamıştı.

Bu sefer uyumaya çalışmak yerine sadece kendimi bırakarak düşüncelerimin beynimi ele geçirmesi izin verdim. İç sesim sanki birden fazlaydı. Aynı anda konuşuyorlar ve beni çıldırtıyorlardı. Konuşkan halim tam anlamıyla içerideydi. Neredeyse susturmak imkansızdı iç sesimi. İçime içime konuşuyordum. Derdimi kendime anlatıp kendim dinliyordum. Kendi başımı ağrıtıyordum resmen. Bu düşünceler gülmeme sebep olsada yavaş yavaş balataları sıyırdığımı düşünmeye başladım.

İlk defa kendimi böyle çaresiz, yalnız hissediyordum. Nerdeyse teyzemin depresyonu ve psikolojik sorunları tetikleyen şu antidepresan yada sakinleştirici ilaçlarından verdiğini düşünecektim. Paranoyalarım bir üst kademeye geçmişti. Level atlamıştı artık.

Sabahın altısıydı ve ben hala uyuyamamıştım. 8:30 da dersin başlayacağını kendime tekrar tekrar hatırlatıp gözlerimi yumdum. Ve bir kaç saatlikte olsa uykuya dalabilmiştim.

Teyzemin ''Rüya, hadi kalk. Utku geldi. Seni bekliyor. Eğer hemen şimdi kalkmazsan geç kalacaksınız.'' demesiyle uyandım. Zaten diken üstünde uyuyormuş gibiydim. Fazla gergin, fazla tedirgin.

Dün geceki havayı bildiğimden kalın bir şeyler geçirdim üzerime. Asker yeşili montumu ve çantamı da alıp aşağı indim. Çantamın içinde bugünkü derslere ait en ufak şey yoktu eminim ki. Merdivenlerden inerken gözüme direk masa çarptı. Krepler, omletler... Engin Abi aşçılığını yine konuşturmuş gibi duruyordu. Keşke kalıp yiyebilseydim. Her birinden birer parça ağzıma tıkarken gözlerim ayakta duran Utku'ya takıldı. Dönüp gülümsedim. ''Günaydın.'' dedi. Karşılık veremedim çünkü ağzım doluydu. O da neredeyse benim gibi ayakta uyuyordu. En azından bu konuda yalnız değildim. Botlarımı giyip bağlaması cidden çok ayrı bir sorundu ama giymek zorundaydım.

EkinoksHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin