Metin Çınar öfkeyle homurdanarak soluna döndü.Uykusuzluktan sızlamaya başlayan gözlerine inat karışık düşünceleri beyninde dört dönüyordu. İmkanı yok uyuyamayacaktı.
İnce yorganını hafif bir öfkeyle üzerinden fırlatarak yatağında doğruldu. Dinlen demişti Harun Bey.Hatta neredeyse emretmişti.Elinde olmadan sırıtmaya başlayan Metin "Sıkıyorsa yap oğlum." diye mırıldandı.Sanki bu hengamede bir an olsun gözünü kapatabilmek mümkünmüş gibi.
Sinirli bir kıkırdama dudaklarından kurtulurken yataktan kalktı. Rastgele seçtiği bir kot ve tişörtü hızla üzerine geçirdi. Hemen arkasından eve gelir gelmez şarja taktığı telefonunu kontrol etti. Dolmuştu. İnce, uzun aleti fişinden çekip arka cebine attı ve küçük mutfağına doğru seğirtti. Kahveyi hazırlamak için tezgaha uzanmıştı ki nedensiz yere aklına gelen bir hatıranın etkisiyle soluksuz kalıverdi. Beyninin derinliklerine gömdüğünü sandığı olay onu çok yorgun ve savunmasız bir anında yakalamış, özlemle kısılan gözleri küçük yemek masasında takılı kalmıştı.
Hayatının belki de en zor anlarını burda geçirmişti.Ayşegül'ün bir şeyler içmek için geldiği ilk gün... "Geçerken şöyle bir uğradım.Umarım sakıncası yoktur." demişti genç kadın. Sesinde kayıtsız bir ton vardı. Ama gözlerindeki hınzır ifade çok daha başka bir hikaye anlatıyordu.İşte o an Metin bu kararlı genç hanıma karşı aslında sandığından çok daha ciddi hisler beslediğini fark etmiş ve ödü kopmuştu. Daha kundağa sarılı bir bebekken bir cami avlusundaki yaşlı çınarın altına terk edildiği günden beri yalnız yaşamış, nerdeyse orta yaşına gelen bir adam ve hayatına renk katsın diye güvenlik kuvvetlerine katılmış üst düzey bir bürokratın güzel kızı...Gelmesi tabi ki çok sakıncalıydı. Ama yine de eliyle onu içeri buyur ederken "Yok." diye yalan söylemişti. "Lütfen gir."
Aslında başta herşey yolunda gidiyordu.Karşılıklı oturmuş,suya sabuna dokunmadan iki iyi arkadaş gibi sohbet ediyorlardı. Ta ki Metin'in içecek bir şey ikram edesi tutana kadar. "Çay ya da kahve..." diye misafirperver bir edayla sorarken bir yandan da mutfağa doğru yönelmişti. "Şarap varsa bir kadeh içerim." cevabını duyduğunda ise nerdeyse yolu yarılamıştı.Kendini bildi bileli kontrolünü kaybetmemişti Metin.Ancak o anda olanlardan ötürü kafası arı kovanı gibiydi.Belki de bu yüzden mantıklı davranıp içkim yok demeyi akıl edememişti.
Şarap, şaşkın bir adam ve kararlı güzel bir kadın...Olacak iş değildi. Ama oluyordu işte. İçin için düştüğü duruma küfreden Metin beceriksiz hareketlerle şarap şişesini açmaya çalışıyordu ki Ayşegül yardım amacıyla mutfağa girmiş ve herşey biraz daha karışmıştı.Küçücük alanda ister istemez birbirine değen bedenlerin sıcaklığı şu anda bile taptazeydi.Simsiyah gözlerdeki flört eden pırıltılar ve dolgun dudakların neşeli kıvrımları da...Sokaktan gelen korna sesiyle irkildiklerinde ne kadar süreyle sessizce bakıştıklarını hatırlamıyordu.O uğurlu ses olmasaydı neredeyse öpüşeceklerdi. Neredeyse...
İri yarı bedeni bir anda ısınınca başını iki yana sallayarak kafasına üşüşen görüntülerden kurtulmaya çalıştı Metin ve hızla küçük pencereye giderek camı açtı. Kendine gelebilmek için derin derin nefes almaya başladı. Bu sırada tecrübeli gözleri yılların verdiği alışkanlıkla sokağı kolaçan ediyordu.Yetimhanedeki yaşamın ona kazandırdığı bir yetenekti bu.Nereden geleceği belli olmayan tehlikelere karşı sürekli tetikte olmayı ve vücut dilini okumayı çok küçük yaşlarda öğrenmek zorunda kalmıştı.Ancak kendisini defalarca zor durumlardan kurtaran bu yeteneği ilk kez Ayşegül'le karşılaştığında kısa devre yapmıştı işte.Metin'e göre bu durumun başka açıklaması yoktu.Yoksa onu ilk gördüğünde köşe bucak saklanır, olduğu yerde durup tanıştırılmayı beklemezdi.