Atlatılmış olmasına fena bozulmuştu Metin. Kendine de yalan söyleyecek hali yoktu ya... Bir sokak serserisi ve onun hırslı karısına yem olmuştu işte.
Ama pes etmek aklının ucundan bile geçmiyordu. Eninde sonunda bu bilmeceyi çözecekti. Ve Semih sağolsun, hiç olmazsa şu anda peşinden gidebileceği önemli bir ipucuna sahipti.
Otele doğru direksiyon sallarken olan biteni tekrar tekrar geçirdi aklından. Normalde düzgün düşünmesine yardım ettiği için yazarak çalışırdı. Ancak bunun için henüz erkendi. Önce şu cüretkar şaşkınların olaya nasıl dahil olduklarını kesinleştirmesi gerekiyordu.
Ensesindeki ağırlık şiddetlenip 'Hey, ben hala burdayım' dediğinde neredeyse yolu yarılamıştı. Sessizce küfrederek en yakın yerden bir u dönüşü yaptı ve eczanesine giden sapağa yöneldi. Ağrı kesicisinin bitmiş olduğunu son anda hatırlamıştı.Araştırmanın selameti için rahat bir kafaya ihtiyacı vardı, gümbürdeyen bir davula değil...
Lanet ağrı ince bir sızı şeklinde boy gösterdiğinde kaplumbağa hızında akan trafiği aşmak üzereydi. Nihayet eczaneye varabildiğinde ise son haddine ulaşmıştı. Şansına her zamanki kalabalık yoktu. Yaklaşık iki yıldır tanıdığı kalfa sırtını kapıya dönmüş, rengarenk kutuların inci gibi dizildiği raflardan biriyle uğraşıyordu.
"Merhaba Gülseren."
Siyah saçlı genç kadın sesi tanıyarak hemen döndü. Her zamanki gibi gülümsüyordu. "Hoş geldiniz..." Ancak Metin 'in kan çanağı gözlerini ve kızarmış yüzünü görünce gülümsemesi dondu birden. "Ne oldu?"
"Yine o lanet baş ağrısı... İlacım da kalmamış. Şu geçen seferkinden verebilir misin?"
"Önce tansiyon lütfen." diye araya girdi yumuşak ama otoriter bir ses. Bankonun gerisinden, aşağıdan gelmişti.
"Doktor hanım?" Zonklayan başına rağmen sırıtmaktan kendini alamadı Metin. Anlaşılan yakalanmıştı. Yine...
Tesadüfen bu eczaneye ilk girdiğinde çok sıcak bir yaz günüydü ve o zaman da Metin'in başı fena ağrıyordu. Doktorla kapıda çarpışmışlar, halini gören genç kadın da hemen duruma el koymuştu. Ondan sonraki karşılaşmalarında iki eski dost gibi konuşmalarına rağmen işine düşkün doktor her seferinde laf arasına bir kaç tıbbi tavsiyeyi sıkıştırmayı da ihmal etmemişti.
Çömeldiği yerden doğrulan genç doktorun sevimli yüzü samimi bir gülüşle ışıldıyordu. Elindeki ilaç kutularını bankoya sıralarken "Metin Bey..." dedi sakince. Bu sırada biraz kaymış olan kalın çerçeveli gözlüğünü nazikçe düzeltmişti. "Nasılsınız diye sormayacağım. Çünkü berbat görünüyorsunuz."
"Peki öyle olsun." diye uysalca kabullendi Metin.
İlk karşılaşmalarında tansiyonu yüksek çıkınca bir sürü soruya cevap vermek zorunda kaldığını daha dün gibi hatırlıyordu. Bu yetmezmiş gibi olası tehlikeler konusunda uzun bir söylev dinlemiş, hatta vurdumduymazlığı nedeniyle üstü kapalı azarlanmıştı bile. Rutin kontrollerinde dahi bu kadar sorgulanmayan Metin şaşırmıştı açıkçası. Bir elli beşi zor bulan bir boya ve üflesen uçacakmış hissi veren bir kiloya sahip olan doktorun çatık kaşlarla konuşması ise çok komiğine gitmişti. İstediğini yaptırınca sol yanağındaki minik gamzeyi göstere göstere sırıtması da...
Velhasıl, işine aşık doktordan kurtulamayacağını çok iyi biliyordu genç adam. Tecrübeyle sabitti. Bu yüzden başına geleceklere razı bir halde kolunu uzattı. Sonuçta otel kaçmıyordu ya... Tansiyonu ölçüldü. Yüz otuz dokuza seksen... Rahatlayarak derin bir nefes aldı.