Küçük aynasına baktığında gördüğünden memnun kalarak sırıttı Semih. Siyah peruk ve kalın çerçeveli gözlükler hiç yakışmamıştı ama yüzünün ifadesini de gerçekten çok değiştirmişti.
Araba anahtarlarını kaparak çıktı küçük evinden. Kadıköy'deki evi ve çevresindeki ara yolları kısaca kontrol etmişti. Şimdi de patronuyla buluşacağı saate kadar gardiyan Ahmet Çiçek'in yaşadığı çevreyi şöyle bir turlamayı tasarlıyordu. Bulunduğu yeri biraz görür ve tanırsa nasıl bir yol izleyeceğine daha kolay karar verecekti. Hedefle temasa geçmeden önce nerde durduğunu anlamaya ihtiyacı vardı. Sonuçta damdan düşer gibi adamın önüne çıkıp bir dur bakalım arkadaş, şu Sadrettin'le bir bağın var mı ya da Halil'in defterindeki o ejderha karalaması ne iş diye de soramazdı ki... Kelimeler kafasında hızla yol alırken elinde olmadan sorunun tuhaflığına sırıtmaya başladı Semih. Ancak birden durup ciddileşti ve özenle düzeltti içinden. 'Pembe ejderha.'
Gizemli Ahmet Çiçek Esenkent'de oturuyordu. Ana yol üstünde tek katlı, bahçe içinde sevimli bir evde... Beton yığınlarının arasında sıkışıp kalmış bakımlı bahçeden anladığı kadarıyla ya o ya da evliyse karısı çiçek meselesine düşkündü. Ninesi de böyleydi... Küçücük bahçesinde Semih'in adını bile bilmediği düzinelerce çiçekle yaşıyordu. 'Bir ara gidip görüneyim bari.'diye geçirdi aklından. Son günlerde telefondaki sesi bozuk telden çalıyordu sanki.
Özlemle iç çekip yan taraftaki sokağı dolanmak amacıyla ilk adımını atmıştı ki şaşkınlıkla durakladı. Evin kapısı açılmıştı. Hemen telefonunu eline aldı ve başı önde bir şeyleri kurcalıyormuş pozunda yavaş adım yürümeye başladı. Dışardan pek belli etmiyordu ancak o sırada yepyeni bir heyecanla sarsılmıştı. Tüm duyuları da o sırada evden çıkan orta boylu adama kitlenmişti.Sadece iki saniye görmesine rağmen sosyal medya hesabındaki profil fotoğrafından tanımıştı adamı. Ahmet Çiçek... Zaten ondan başka kişisel bir bilgi de yoktu sayfasında. Telefonunu omzu ile boynu arasına kıstıran adam bir yandan kısık sesle konuşuyor, bir yandan da kapıyı kilitlemeye uğraşıyordu. Üzerinde koyu kırmızı bir tişört olmasına rağmen hala üniformasının pantolonunu giydiği Semih'in dikkatli bakışlarından kaçmadı.
Şu anda cezaevinde, kimbilir hangi işinin başında olması gereken bir saatte evinde ne aradığını haliyle merak etti genç adam. Belki vardiyalı çalışıyordu. Ya da belki izindeydi. Daha ileri gidip bıraktı dese... Hayır. Ahmet Çiçek'in bir aptallık yapıp olaydan hemen sonra işten ayrılması fazlasıyla göze batardı. Hatta tersine şüphe uyandırmamak adına iki eli kanda bile olsa uzun bir süre işine ve mesaisine yapışıp kalması gerekirdi.
Sıkıntıyla iç geçirdi Semih. Çok daha önemli bir sorun çözüm bekliyordu. Bu tarz tahminlerin ne yeri ne de zamanıydı. İçine düştüğü ikileme faydası da yoktu zaten. Hazır adamı bulmuşken hemen temasa mı geçmeliydi, yoksa biraz daha gözlemlese daha mı iyi olacaktı? Kaşları çatık, kısılmış bakışları telefonunun ekranında öylece gezinen parmaklarına takılmış kara kara hangisi uygun olur diye düşünüyordu ki telaşla yanından geçen hedefinin "Hayır." diyen keskin sesiyle irkiliverdi. Çok düşünmedi. Tüm dikkatini yaptığı telefon konuşmasına veren adama olabildiğince yakın kalmak adına aynı yönde temposunu arttırdı.
Ahmet Çiçek takip edildiğinin farkında bile değildi. Haliyle konuşmasını pür dikkat dinleyen kulaklardan da bihaberdi. Sanki tüm hayatı buna bağlıymış gibi tek bir şeye odaklanmıştı. Cep telefonuna, daha doğrusu görüştüğü kişiye...
"Nihal, lütfen..." diyen Ahmet birden durunca Semih de hızını azalttı hemen. "Çok şey istemiyorum ki." diye devam etti adam. Bu sırada yeniden yürümeye başlamıştı. Haliyle Semih de hızlandı. Arada bir adama bakmasına rağmen gözleri elindeki telefondaydı. Sadece bir anlığına başını kaldırıp etrafta bu komik dur kalkışlarına şahit olan Allah'ın şanssız bir kulu var mı diye kolaçan etmişti o kadar.