"Her yara bir hikaye anlatır, her gülümseyiş birini saklar."Geceyi doğan güneş aydınlattığı gibi her karanlığında bir aydınlatıcısı vardır derler. Benim aydınlatıcım!! Benim karanlığa gebe kalmış hayatımı aydınlığa kim kavuşturacaktı? Bedenimi sevgisiyle sarmalayıp kırılan kanatlarımı kim iyileştirip özgürce uçma mı sağlayacaktı...
Düşüncelerim beni ele almış yaşadıklarım bir film senaryosu gibi gözlerimin önünden şeritler halinde geçiyordu. Koca bir hiçten mi ibarettim yoksa etrafımdakiler mi beş para etmez insanlardan oluşuyordu ki ben bu haldeydim. Muratla babam zoru evlenmeyi bırak; şimdi bir başka adamın elinde tutsak tım.
Bundan daha kötü ne olabilirdi ki?
Buradan kaçamayacağıma kanaat getirirken neden burada tutulduğumun cevabını halen alamamıştım. Bahçedeki sandalyenin üzerine oturmuş başımı kollarımın arasında masaya gömmüş vaziyetteydim. Yağmurun beni bırakmayacağını anladığım vakit felaketleri kopardım. Tüm çalışanlara bağırıp ağıza gelinmeyecek hakaretler saydırdım. Ne var ki hiç biri zerre taviz vermeyip dilleri mühürlenmişcesine konuşmadılar. Salonu darmaduman edip elime gelen her şeyi, cam çerçeveyi kırdığımda müdahale etmediler bile.
Asıl ele başımı? Yağmur beyleri arkasından ne söylediysem dahi durmayıp çekip gitmiş halende eve dönmemişti, belkide hiç gelmeyecekti. Bense burda kafayı yiyordum.
Gelen sesler eşliğinde gömdüğüm başımı kaldırdım. Kırılan camları değiştirmek için gelen ustalar gidiyordu. Bayağı büyük bir bahçe olmasına rağmen etraftaki sessizlikten ötürü kuş uçsa fark edilirdi. Ustalar ilk geldiklerinde sevinip bir umud umsamda nafile, buraya girenlerin hepsi yağmur denilen adamın emrindeydiler.
Ne kadar süredir bu sandalyenin üzerindeyim bilmiyorum. Hava kararmaya meyilli, güneş battı batacak ve bense sabahtan buradayım. Kaç gün oldu sayamadığım vakitten itibaren kaçırılmıştım. Burada çalışan bayan ne kadar ısrar etsede ağzıma tek lokma almadım. Şu an ise karnım gurulduyordu. Sadece iki kaşık çorba içmiştim. Yağmur seni bırakacağım demeseydi içmezdim tabikide. Ne var ki kandırılmıştım.
| | |
Karanlık göğü aydınlatan yıldızlara bakıp şekiller bulmaya çalışıyordum. Ablamla sürekli yıldızlardan şekiller bulmaya çalıştığımız gibi. Hangimiz daha çok bulursa o kazanırdı. Ablam burada olsa benden daha çok bulup o kazanırdı. Gözlerimden usul usul yaşlar akmaya başladı. Ben buradaydım! Kaçırılmıştım. Elimden birşey gelmiyor, kapana kısılmıştım. Hangi tarafa baksam bahçenin her bir köşesinde adamlar vardı.
Burdan kaçmak imkansızdı.
Yağmur damlaları üzerime narin narin akmaya başladı. Beni sahiplenen tek varlıktı belkide.
Yanaklarımda akan göz yaşlarımla karışmış ayırt edilmiyordu.En güzel yağmur gizliyordu akan yaşlarımı...
Masumdu akan yaşlarım. Bu yüzdendir belkide kendi berraklığıyla sahiplenmesi..
"Sevgi hanım yağmur başladı inat etmeyin artık geçin içeriye"
İsmini bilmiyor olmama rağmen iyi birine benzeyen yirmi beş yaşlarda nur yüzlü bir bayandı. Beni kolaçan etmek için yanıma uğrayıp durdu tüm gün. Havanın soğumasıyla birlikte İçeriye geçmem için ısrar etsede bir kaç kes, geri çevirip girmemiştim.
Şu anda yağmur yağmaya başladığı için tekrardan gelip içeriye girmemi söylüyor."Neden geleceğim ki o eve?" Sesim kısık çıkmıştı lakin duyulmayacak türden değildi. "Zorla tutulduğum bir ev," diye devam ettim. Öyleydi o evde tutsaktım. Bahçesinde oturuyor olmam bu evde kendi isteğimle kaldığım anlamına gelmiyordu.
Gözlerimi üzerine diktim. "Sen ise göz yuman biri olarak beni düşünür gibi yapma lütfen."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efulim
Teen FictionHer günah kefaretini öder mi? Anne ve babanın yaptıklarını çocuklarımı öder? Her şey, zamansız üç şartla başlamıştı... Ansızın bir zaman diliminde tüm hayelleri elinden alındı. İşte Benim hikayem tamda burdan başlıyor: Tanımadığım bir adamın kaderin...