1.2. GEÇMİŞLE GELECEK ARASINDA, BURALARDA BİR YER

44 5 3
                                    



Birden uyandım. Beynimin içi bomboştu. Neredeydim, kimdim? Sonra bir anda içinde bulunduğum odayı telaşla dolduran insanların çığlıkları kulaklarıma doldu. Bağırıyorlardı. Bir şey mi olmuştu? Biri mi ölmüştü? Yo, hayır, gülüyorlardı aynı zamanda, -bilirsiniz, belki de bilmezsiniz, çoğu zaman insanlar mutlu olduklarında da, üzgün oldukları zamankine benzer fiziksel tepkiler verirler. Benimki gibi bir beyin için genellikle birbirinden ayırması güç- Güldüklerine göre mutlu bir şey olmalıydı. Galiba mutluluklarının kaynağı bendim. Ama onları bu denli mutlu edecek ne yapmış olabilirdim? Uyanmıştım. Odaya girip çıkan, kollarıma, yüzüme gözüme bir şeyler doğrultan, gözlerimin içine bakıp bakıp neşeyle naralar atan insanları sevindirmek için yaptığım tek şey uyanmaktı. Çünkü, bir yılı geçkin bir süredir uyuyordum.

"Alex, beni duyuyor musun?" diyordu, mavi parlak gözlü, saçsız bir adam. Alex bendim ve duyuyordum. Ama cevap verecek ya da onu anladığımı kendisine bildirebilecek bir tepki veremediğim için aynı soruyu birkaç kez sordu. Sonunda gözlerimi kırpıştırdım. Doktorum olduğunu tahmin ettiğim saçsız adamın yüzüne gevşek bir gülümseme yayıldı. Ama ben paniğe kapılıyordum. Beynimin her hücresini zorlayarak buraya nasıl geldiğimi hatırlamaya çalışıyor ancak başarılı olamıyordum. Nefesimin hızlandığını, kalbimin kısa aralıklarla ve aritmik bir şekilde atmaya başladığını duyabiliyordum.

"Alex, sakin ol. Derin nefes al," Bunu söylerken yüzüme bir oksijen maskesi dayamıştı bile, "hepsi geçecek. Sadece nefes almaya konsantre olmanı istiyorum. Uzun bir süredir komadaydın, böyle hissetmen normal. Sakin ol."

Sakin ol... Bilmediğim ve hastane olduğunu tahmin ettiğim bir yerde, neden burada olduğum hakkında hiçbir fikrim olmadan uyanalı henüz bir-iki dakika olmuştu. Tanımadığım bir sürü insan üstüme çullanmış, vücudumun orasına burasına iğneler sokup duruyorlardı. Suratımın ortasına yapıştırılan ve içinden hava gelmekte olan maskenin bana oksijen verdiğinden bile emin değildim. Henüz sadece on dört yaşındaydım ve vücudum tarif edilemez bir acı içindeydi. Tüm bunlarla birlikte doktorum bana sakin olmamı söylüyordu. Evet, durum tam olarak böyleydi.

Derken, yatmakta -daha doğrusu kıvranmakta- olduğum odanın kapısı açıldı. Uzun kızıl saçları beline kadar uzanan, delici yeşil gözleri özenle cilalanmış birer zümrüt gibi parlayan, elindeki eldivenleri ve çantası birbirine son derece uyumlu, Louis Vuitton marka paltosunu üzerinde bir kraliyet pelerini gibi taşıyan bir kadın, ışık saçarak içeri girdi. Bence bu sahne hayatımın en büyük travmalarından ikincisiydi. Gözlerim kamaşmış şekilde kapıdaki güzel kadına bakıyordum. Ancak bu kadının annem olduğunu fark ettiğim anda nefesimin kesildiğini hissettim. Şaka yapmıyorum, nefesim gerçekten kesildi, gözlerim karardı ve gerisini hatırlayamadığım upuzun bir karanlık daha... -Annemin hayatımı bir sonraki karartışına kadar kendinize iyi bakın!

Annem, Judith Mary Stevens, on yedi yaşında Cincinnati'den New York'a model olmak için kaçtığında, sanırım her şeyin kendisi için çok kolay olacağını düşünmüştü. Şaşaalı moda şovları, defileler, çılgın partiler, lüks arabalar, yakışıklı ve zengin adamlar, içki, uyuşturucu, seks, siz sayın... Ama elbette her güzel şeyin bir bedeli olduğu gerçeği kısa zamanda kendini göstermiş, birkaç çalkantılı olay, birkaç badire, birkaç aşırı doz vakasından sonra nihayet büyükbabam annemi Cincinnati'ye geri dönmeye ikna etmişti. -En azından ben hikayenin böyle olduğuna inanıyordum o zamanlar- Cincinnati'de muhtelif ve çalkantılı gönül ilişkilerinden sonra birkaç eski sevgili ve bir adet bebek -yani ben- sahibi olmasının ardından, nihayet annem Judith Mary, yirmi yaşında bu kez şansını Hollywood'ta denemeye karar vermişti. Ünlü film yapımcısı Henry Dean Carlton'la tanışmış, ismini Jess Parry olarak değiştirmiş ve ilk çıkışını 'Malibu Soygunu' adlı filmde, başroldeki Mike Arkin'in metresi Monica'yı oynayarak yapmıştı. Ardından başka sinema ve televizyon filmleri, diziler, mini diziler gelmiş ve Jess Parry kısa zamanda tüm Amerikan halkının sevdiği bir oyuncu olup çıkmıştı. Ben de, ünlü ve güzel yıldız Jess'in minik, tatlı ve tüm gazetecilerin ilgisini üzerine çeken kızı Alex'tim. İstemeden ve elde etmek için çalışmadan kazanılmış -ya da kaybedilmiş mi desem daha doğru olur- bu şöhret, en kaçınılmaz şekilde, zaman içinde canımı çok ama çok sıkacaktı.

KAÇIK - Çukurun DibiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin