1.3. SOSYAL ORTAMA TERK EDİLEN ASOSYAL YARATIKLAR

29 4 6
                                    

1.3. SOSYAL ORTAMA TERK EDİLEN ASOSYAL YARATIKLAR

Akşam saat altı olduğunda, Fran ve ben, başımıza neler geleceğinden çok da emin olamayarak, giriş katındaki büyük salona indik. Arka bahçeye bakan mutfak ve yemekhane bölümünün hemen yanında bulunan, tek kişilik küçük ama rahat lacivert koltukların, ortasında bir daire oluşturacak şekilde dizildiği, yerleri gri halı ile kaplanmış, geniş pencereli aydınlık bir yerdi burası. Binanın arkasındaki küçük koruya bakan bir duvarında , tavandan yere kadar uzanan pencereler vardı. Sağ ve sol taraflarda bulunan, pencereli olana kıyasla biraz daha kısa olan iki duvar, mantar panolarla ve çeşitli resimlerle kaplıydı. Panoların üzerinde çeşitli duyurular, toplantı ve etkinlik saatleri, ortak alanları kullanım kuralları gibi yazılar asılıydı. Tüm bunlar renkli kağıtlara basılmış ve özenle bu panolara iğnelenmişti. Duyurular dışında duvarlarda motive edici yazılar, bağımlılık il ilgili posterler, çoğu burada daha önce kalmış olan hastalara ait olduğunu tahmin ettiğim fotoğraflar vardı. Posterlerden birinde, büyük yeşil harflerle, "BAŞARABİLİRSİN!" yazıyordu. Kendi kendime neyi başarabileceğimi düşündüm. Neyi başarabilirdim? Korkudan ve endişeden uzak bir hayat kurmayı mı? Normal kabul edilebilecek bir ruhsal kapasiteye sahip olmayı mı? Dünya üzerinde yaşayan herhangi bir insanla sağlıklı bir bağ kurmayı mı? Alkol, uyuşturucu ya da ilaçlardan uzak durmayı mı? İntiharı düşünmeden bir gün geçirebilmeyi mi? Yoksa bu aklımdan geçen intihar senaryolarını denemekten vazgeçmeyi mi? Tanrı aşkına ben neyi başarabilirdim şimdi? Bu poster büsbütün bizimle dalga geçmek için buraya asılmış olmalıydı.

Başımı çevirip Fran'e baktım. Onun da aklından benzer şeyler geçtiğine emindim. Ama o, içinde bulunduğu psikolojiyi dış dünyadan saklama konusunda benden daha yetenekliydi sanırım. Hiç renk vermiyor, yüzünde donuk bir ifadeyle sağa sola gülümsüyordu.

"Hoş geldiniz!" sarı, kısa saçlı tombul bir kadın bize doğru yuvarlanırcasına yürüdü ve tavuk gıdaklamasına benzer sesler çıkararak önce Fran'in, sonra da benim elimi sıktı.

"Ben Bayan Templeton," diye gıdaklamaya devam etti, "Sorumlu hemşirenizim. Her akşam burada birlikte olacağız."

"Kendine bayan diyen biriyle daha önce hiç tanışmamıştım." dedi Fran, kadının elini sıkarken. Kendimi tutamayıp kıkırdadım.

"Haydi gelin, bizimle oturun," dedi yine neşeli bir tonla, "Sizin gelişinizin şerefine bugün Doktor Harper da aramıza katıldı."

Doktor Harper ve Montseverina'nın diğer sakinleri, daire şeklinde dizilmiş lacivert koltuklara doğru yürüdüler. Sanırım hepsi toplantıya başlamak için bizim gelmemizi beklemişti.

"Evet, bu akşam aramıza katılan iki yeni arkadaşımız var." diyerek söze başladı Doktor Fiona Joan Harper. Koyu kahverengi saçlı, uzun boylu güzel bir kadındı. Elli yaşlarında olmalıydı. Bal rengi gözleriyle, Fran ve bana gülümseyerek baktı.

"Aramıza hoş geldiniz. Bize kendinizi tanıtmak ister misiniz?"

"Hayır!" ikimiz aynı anda ve herhangi bir tereddüde mahal vermeyecek derecede net bir şekilde cevap verdik.

Tam karşımda oturan gözlüklü ve sürekli burnu kaşınıyormuş gibi yüz hareketleri yapan, kırmızı suratlı, sarı saçlı genç bir adam, bir anda atıldı ve kekeleyerek konuşmaya başladı:

"Zaten kendilerini tanıtmalarına gerek yok, Doktor Harper. Biz ikisini de tanıyoruz: Fran Carver ve Alex Parry."

Annem ne şahane derecede yakışıklı, ünlü, zengin kocası Jamie yüzünden gerçekten bu tip şeylere alışkındım. Hayatım boyunca nereye gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım, sürekli en az bir ya da iki çift gözün üzerimde olduğunu hissetmek bana yabancı bir his değildi. Eminim bu durum Fran için de geçerliydi. İstenmeyen fakat maruz kalınan bir ilgi... Hele de anneniz hayranları için yaşayan, sürekli çevresinde toplanan kalabalıklara gülücük, imza, fotoğraf dağıtmaya bayılan bir ünlüyse, çevresini saran hayran kitlesini türlü şekillerde öldürmek için orijinal cinayet planları yapmaktan kendinizi alamazdınız. Annenizin size vakit ayırmasını beklemek, bir filin flamenko yapmasını beklemekten farksızdı. İmkansızı ümit etmek... Sonundaysa, öğrenilmiş çaresizlik...

KAÇIK - Çukurun DibiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin