"Elis, şişe getir hadi!"
Azra'nın salondan bağırmasıyla devirdim gözlerimi. "İki saattir şişe bulmaya çalışıyorum zaten. Nereden bulayım sana şişe ben ya."
Mutfak dolaplarına hızlı hızlı göz gezdirirken Azra'nın sesini duydum. "Gel tamam, tamam."
Merakla salon kapısına gittim. "Korkutmayın beni, nerenizden çıkardınız şişeyi lan?" Endişeli sesim Didem'i güldürmüştü. Telefonundan kafasını kaldırmasına sebep olmuştum ya, bu bana yeterdi. "Sudem'in çantasında boş su şişesi varmış. Çantasından çıkarmak yeni gelmiş aklına." Gözlerimi Sudem'e çevirdiğimde halının üzerindeki desenlerde parmağını gezdiriyordu. Onlarla olduğum zaman hep yaptığım gibi gözlerimi devirdim. Salonun ortasında yan yana oturarak küçük bir daire oluşturduk. Şişeyi de ortamıza yerleştirdik.
Gereksiz bir coşkuyla, "İlk ben çevireyim mi?" diye sordu Sudem. Azra kafasını sallayınca sırıtarak çevirdi şişeyi. Şişenin kapak kısmı kendisine, arka kısmı da Didem'e bakıyordu. "İşte düştün ağıma!" diye iki elini birbirine sürttü Didem. "Doğruluk mu cesaret mi?"
"Cesaret diyeceğim de korkuyorum." Sudem'in suratındaki ifade bana tebessüm ettirirken, "Ya Didem, bak isimlerimizin ikinci hecesi aynı," diye kaş göz yapması kahkaha atmama sebep olmuştu. Didem biraz düşündükten sonra Sudem'e "Şu an görüştüğün bir çocuk var mı?" diye sordu. "Var." cevabını alınca da sinsice gülümsedi. "Ondan..." dedi duraksayıp. "Bana arkadaşlarından birini ayarlamasını istesene... Bunu senden isteyeceğimi hiç düşünmezdim ama boştayım şu sıralar." Birkaç saniyelik duraklamadan sonra "Yani, yaklaşık yedi aydır falan." diye mırıldandı. Lütfen, söyle ona..."
Hepimiz uzaylı görmüş gibi ona bakarken o melül melül Sudem'e bakıyordu. "E olur..." dedi Sudem. Didem sevinçten havalara uçarken Azra'nın kanadına çimdik atmasıyla aşağı düştü. "Hadi devam." Bu sefer şişeyi ben çevirdim. Şişenin kapağı bana, arkası Azra'ya denk gelmişti. "Sen... Geçen gün bana ne yaptırmıştın?" dedi kısık gözlerle.
"Kavga ettiğin kızdan özür diletmiştim."
"Çıkar telefonunu..." Hızlıca çıkardım. "Kafandan bir numara tuşla..."
"053********"
"Ara onu ve dedikodu yap. Bozuntuya verme sakın." deyince gene gözlerimi devirdim.
"Ne gelebilir ki başıma, hayır en fazla ne olur yani?" dedim telefonu kulağıma götürürken.
"Göreceğiz..."
Telefon çaldı... Çaldı... Fakat açan biri olmadı. "Açmıyor." dedim telefonu burnunun dibine sokarak. "Tamam, bu pas o zaman. Hadi devam."
*
Azra, Sudem ve Didem gitmişti. Odamda müzik dinliyordum. Annemin "Elis, gelsene!" diye cırlamasıyla ayaklandım. Mutfağa gidince, yemek yaptığını fakat elleri bulaşık olduğu için bir malzemeyi alamadığını gördüm. "Oradan bir yumurta kırsana şunun içine."
Yumurtayı alıp mermer tezgaha iki kez vurdum. Çatlayan kısmına parmağımla bastırınca yumurta, kabuklarıyla düştü yemeğin içine. "Ya Elis... Senden bir şey isteyende kabahat. Git tamam."
"İyi be!" diyerek döndüm odama. Yatağıma oturup kulaklıklarımı kulağıma takmıştım ki telefonuma bir bildirim geldiğini gördüm. Hızlıca üstüne tıkladım.
053********: Beni aramışsınız, kimsiniz?
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİVİ|Texting
Short Story054**: Aa, yeni biri. Kimsin birader? Elis: Hüseyin ben. * Kiviyi alıp ortadan ikiye böldüm. Tırnaklarımla siyah çekirdeklerini çıkartıp elmacık kemiklerimin üzerine teker teker yerleştirdim. Çekirdeklerini ayıkladığım kiviyi hızlıca yerken onların...