Koridorun soluna dönmemle bir kere daha kaybolduğumu anladım. Bu koca şatonun içi öyle dolambaçlıydı ki her seferinde bilmediğim yerlere çıkıyordum. Serafima'nın odasından çıktıktan sonra tanımadığım bir grup öğrenci James'in beni botanik bahçesine açılan kapıda beklediklerini söylemişlerdi. Onlardan yolu tarif etmelerini istememe rağmen koridorlar o kadar fazlaydı ki en sonunda kendimi kaybolmuş olarak bulmuştum. Yakut Şatosu başlı başına bir sanat eseriydi. Her yanı antik resimler ve mobilyalarla doluydu. Koca sarayın içinde elektrik olmasına rağmen duvarlarda meşaleler vardı. Karanlık koridorları onlar aydınlatıyordu. Büyük kristal avizelerden bahsetmiyordum bile. Daha önce burada bir kraliyet ailesinin yaşıyor olduğundan emindim. Bazı koridorlarda, heykel şövalyeler vardı. Bulduğum bir kütüphanenin önündeki duvarda da kafasındaki taçlarla kral ve kraliçe olduğunu düşündüğüm bir çift vardı. Fakat Amerika'dan bahsediyorduk. Burada bir şatonun olması bile anormaldi.Kendimi sağdaki koridora çevirirken bu sefer botanik bahçesini bulmuş olmayı umdum. Neredeyse 2 saati aşkındır James'i arıyordum. Ayaklarım yürümekten ağrımıştı. Bu koridorda tek bir kapı vardı. İçeriden yumuşak sesler geliyordu. Kapı hafif aralıktı. Yüksek ihtimalle yine yanlış yere gelmiştim. Bugün James'i bulmayı unutsam iyi olurdu sanırım.
Aralık kapıyı ne olur ne olmaz diye çaldım. Yarım saat önce az daha erkek soyunma odasına dalacak olduğumu düşünürsek, aralık olsa dahi kapıyı çalmalıydım.
" İçeri gel lütfen. " diyen sesle rahatladım. Bir rezillik daha kaldıracak halim yoktu.
Aralık kapıdan içeri girdim ve her yanı dolaplara çevrilmiş olan küçük odaya adım attım. Dolapların üstünde, içi hayvan artıklarıyla ya da bitkilerle dolu olan cam fanuslar vardı. Genç bir kız, önündeki büyük mermer tezgahın arkasında, elinde tuttuğu taşla, derin tahta tabağın içinde bir şeyleri eziyordu. Beni inceleyerek tanımaya çalıştı.
" Burada yeni olmalısın. " dedi bal rengi gözleriyle gülümseyerek. Onun doğal bir güzelligi vardı.
" Evet. Ben Lena. " dediğimde elini üstündeki önlüğe sildi ve bana uzattı. Yerde dizilmiş olan kitaplara basmamaya çalışarak elini tuttum. Bu sırada sırtındaki kanatları fark ettim. Pembe, mavi karışımı şeffaf kanatları vardı. O bir periydi. Elini sıkarken hayranlıkla gözlerimi kanatlarından alamadım.
" Ben de Aloysia. " Sonra utangaçca gülümsedi. Sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı ve kanatlarını işaret etti.
" Biraz garipler değil mi?"
" Ben buna garip demezdim. Çok güzeller. "
" Teşekkür ederim Lena. Seninle tanıştığımıza memnun oldum. " dediğinde kanatlarını inceleyen gözlerimi yüzüne çevirdim.
" Bende memnun oldum Aloysia. "
" Bana Lisa de lütfen. Aloysia telaffuzu zor bir isim. Buradaki herkes bana Lisa der. " işte onunla bir ortak noktamız vardı. Benim de 3 ismim vardı. Melinoe, Milena ve Lena.
" Aloysia, daha önce hiç bu ismi duymamıştım. Anlamı ne?"
" Anlamı ünlü savaşçı demek. Babamı biliyorsundur. Lothar, ondan da ancak böyle bir isim beklenirdi. Hiçbir zaman klasik olmayı tercih eden biri olmamıştır. " gözlerim arkasında ki dolapların üzerine tutturulmuş resimlere takıldı. Küçük Lisa, yanında duran ve ondan daha farklı görünen adamla kameraya gülümsüyordu. Babası o olmalıydı.
" Lothar, onunla henüz tanışmadım. "
Lisa elindeki beherglasın içine mavi bir sıvı doldururken kaşlarını kaldırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aydınlık Ve Karanlık
FantasíaOnu tanımıyordum, kim olduğunu bilmiyordum, yüzünü, bedenini, adını dahi bilmiyordum. Onu yalnızca bir defa görmüştüm. Ona da görmek bile denemezdi. Zihnimde yalnızca yarim yamalak bir görüntüsü vardı. Karanlığın arasında parlayan parlak siyah gözle...