YABANCI - 1. Bölüm

36 18 3
                                    

                                       YABANCI

Ben Metehan. 24 yaşında uzun ve biraz kalıplı bir gencim. Büyük bir firmada yazılımcı olarak çalışıyorum. İşimden kalan vakitlerde ise genellikle evde merak ettiğim konuları kitaplardan araştırıyorum. Son zamanlarda rüyalarla ilgileniyordum çünkü ben hayatım boyunca hiç rüya görmedim!

Rüya görebilmek için internette birkaç yöntem öğrendim ve uyguladım ancak hala rüya görememiştim. Rüya işine kafayı taktığımdan dolayı sanırım iki gündür uyumuyordum ve artık uyku iyice bastırmıştı. Dayanamadım ve elimde kitaplarla yığıldım. Çok ilginçtir ki ilk defa rüya gördüm...

-XXX-

Bir ağacın gölgesinde oturuyordum. Etrafıma bakındım. Tam önümden bir ırmak akıyordu. Arka taraflar ise ormanlıktı. Ayağa kalktım. Irmaktan su içmeye gidecektim ki az ileride su içmeye çalışan birini gördüm. Bir kızdı bu. Sapsarı saçlarının üstünde bir tür taç vardı ama giyimi ise prensese ait olamayacak kadar sıradandı. Yırtıklarla dolu pembe uzun bir elbisesi vardı. Seslenmeye karar verdim.

''Hey, merha...''

Sözlerimi bile tamamlayamadan kız yanına gizlediği kılıcı çekti ve vahşi bir kurt gibi üzerime atıldı. O korkuyla yere düştüm. Kız da üzerime çıktı ve kılıcı boğazıma dayadı.

''Dur dur dur! Napıyorsun?''

''Seni iğrenç muhafız!''

''Hayır hayır ben muhafız değilim sakin ol.''

Kız bir an duraksadı beni süzmeye başladı. Sanırım muhafız falan olmadığını anladı.

''Kolunu sıyır.''

''Ne?''

''Kolunu sıyır! Muhafızların kolundan ejder dövmesi olur. Çabuk ol!''

Hemen kolumu sıyırdım. Dövme falan olmadığını görünce kılıcını geri çekti ve kınına soktu. Endişeli gözlerle çevreyi inceliyordu. Kızın gözleri masvaviydi. Allahım çok güzel!

Ancak hala yerdeydim.

''Şey... Ehh... Üzerimden kalkacak mısın?''

Kız birden şaşırdı ve kıpkırmızı geçti. Bir hamleyle üstümden kalkıp yan taraftaki eşyalarıyla ilgilenmeye başladı.

''Adın nedir acaba?''

Kızdan ses seda yoktu. Beni duymazdan gelip eşyalarını topluyordu.

''Benim adım Metehan. Burası ner...''

''Sus!''

Kız birden puslu gözlerle ileriye doğru baktı sonra kulağını yere koyarak dinlemeye başladı. Ben de bazı sesler duyuyordum. Atlı sesleri ve bağrışmalar geliyordu.

''Prensesi bulun!''

''Çok fazla uzaklaşmış olamaz!''

Büyük ihtimalle kızın bahsettiği muhafızlar bunlar olmalı. Prenses hemen koşup beyaz atına bindi ve atıyla yanıma geldi.

''Yabancı! Doğuya doğru git. Orada bir köy var. Seni korurlar. Unutma, muhafızlardan uzak dur!''

''Bekle! Sen nereye gidiyorsun?''

''Seni ilgilendirmez. Dediğimi yap.''

''Muhafızlar senin peşinde belki yardım edebilirim.''

Alaycı bir ifadeyle:

''Komik olma yabancı. Doğuya git.''

Bunu dedikten sonra atını sürüp uzaklaştı. Tabii ki doğuya falan gitmeyecektim. Muhafızların sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Kaçacak değildim.

Çok geçmeden bir atlı muhafız ormanların arasından çıktı. Baştan aşağı simsiyah giyinmişti. Osmanlı dönemindeki cellatları anımsatıyordu. Bir hamleyle atından atladı ve kılıcını çekti.

''Yabancı! Buralarda bir kız gördün mü hee!?''

''Karşımda görüyorum işte.''

''Dalga mı geçiyorsun ulan benle!''

Kılıcıyla bir hamle yaptı. Geri çekilerek savuşturdum ve ormanlık alana doğru koşmaya başladım. Muhafızın sinirden nevri dönmüştü. Küfürler savurarak peşimden geliyordu. Büyük bir ağacın önüne gelip durdum. Muhafız kılıcı bana saplamak için hızlıca koşuyordu. İyice yaklaşınca birden sola atıldım.

Muhafız kendini durduramadı ve kılıcını doğrudan ağaca sapladı. Kılıcı çekip çıkarmaya çalıştı ama ağaca sıkışmıştı. Bunu fırsat bilerek muhafızın üstüne atılıp yere yıktım. Tüm gücümle yumruklayarak onu bayılttım. Etrafıma baktığımda ormanlık alanda görünen kimseler yoktu hemen ağaca saplanmış kılıcı çıkardım. Muhafız atını da alarak prensesin gittiği yöne doğru ilerledim.

Dört nala gidiyordum. Ormanın içinden muhafızların sesleri yankılanıyordu. Ben de ormana doğru daldım. Orman uzun uzun ağaçlarla doluydu. Atımı sürmekte zorluk çekiyordum ama devam ettim. Sesler kesilince beni bir korku sardı. Acaba prenses muhafızların eline mi düşmüştü? Atımı daha da hızlı sürmeye başladım.

Tam bulma umudumu kaybetmişken birden bir çığlık sesi duyuldu. Ormandaki ağaçlardan dolayı sesin nereden geldiği belli olmuyordu. Sesin yönünün anlamaya çalışıyordum. Bir büyük çığlık daha koptu ve sesten ürperen kuşlar uçuşmaya başladı. Kuşlar sol taraftan geliyordu. Hemen atımı sola doğru sürdüm. Muhafızların kahkaha sesleri geliyordu. Hızla giderken orman aniden bitti ve önümde birden uçurum belirdi. Atımın iplerini öyle bir çektim ki at ön iki ayağını havaya kaldırarak durabildi. Ben de dengemi kaybedip yere düştüm. Hemen toparlanıp yavaşça uçurumdan aşağı baktım.

Uçurum birkaç metrelikti. Aşağıdaki düzlükte ırmağın kenarında prensesi gördüm. İçim mutlulukla doldu. Yerde yatan birkaç muhafız vardı. Az önceki bağırışmalarda onları haklamış olmalıydı. Uçurumdan sürüklenerek prensese doğru koştum. Mavi gözlerini birden bana çevirdi.

''Seni aptal! Neden buradasın?''

''Manzarayı seyretmeye geldim prenses.''

Prenses çok sinirlenmişti.

''Demek manzara he? Arkana bak bakalım manzarayı beğenecek misin? ''

Prensesin işaret ettiğiyöne baktığımda açıkçası köye gitmediğime pişman oldum. Yaklaşık 10-15 korkunç atlı muhafızetrafımızı sarıyordu! 

HİKÂYELER KİTABIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin