Soğuk bir perşembe günü, öğle arasında okulumun 11. sınıfların olduğu büyük koridorunun sonuna doğru ilerliyordum. Kim Arin'in sınıfına doğru giderken biraz öfkeli, biraz da gergin hissediyordum, bu ikinci gidişimdi ve bu sefer de okulda olmazsa delirebilirdim.
Öfkemin sebebi istememesi değil, bu kadar umursamaz ve küstah davranmasıydı. Kim Arin okulda Bay Min'in dersinden geçebilen yalnızca birkaç kişiden biriydi ve ne ismini duymuş, ne de paylaştığı birkaç fotoğraftan gördüğüm kadarıyla yüzünü görmüştüm. Dersten geçenler listemde tanımadığım, fizik ile cebelleşirken bunu umursamayacak tek kişi olduğu için benim için mükemmel bir öğretmen adayıydı fakat işler istediğim gibi gitmiyordu elbette.
Dünkü sözlerimden sonra ders vereceği varsa da artık asla ilgilenmeyeceğini düşünüyordum; ya tartışmaya gidiyordum ya da gururuma özür dilemeyi yedirip yardımcı olması için ısrara devam edecektim. Bu yüzden gergindim aynı zamanda.
Koridorun sonundaki sınıfına vardığımda kapıda dikilip elindeki telefonla ilgilenen sarışın kıza Kim Arin'i sorduğumda bana tek tük birkaç öğrencinin bulunduğu sınıfın en sonunda duvar tarafındaki sırada oturan kızı göstermişti. Tahtanın önünde dikilirken yalnızca birkaç saniyeliğine kısa, akmış sarı veya değişik bir tonda gri gibi tuhaf saç rengi olan, kesinlikle yasak olmasına rağmen okul üniformamızın üzerine bedenin içinde kaybolduğu siyah bir hoodie giymiş ve elinde gerçekten eski, oldukça kalın bir kitabın sarımsı, eski sayfalarını okuyan kızı incelemiştim.
Tuhaf görünüyordu, buradan bile.
Derin bir nefes alarak yanına doğru ilerlerken yüksek ve sert bir tonda "Arin?" diye sordum. Parmağını sarı kağıtta bir noktaya bastırarak başını kaldırdı ve yüzüme baktı, kaşları şaşkınlık nidasıyla hafifçe havalanırken sırtını dikleştirdi ve okuduğu kitabı kucağına çekti.
"Evet?" diye sordu ardından, sesi kısıktı. Yarım yamalak sesini işitirken sırasının başında durmuştum.
Siması gerçekten fazla yabancıydı, yüzünü daha önce hiç görmediğime emindim; yüzü yanakları hafifçe içe göçecek kadar zayıftı, saçları çenesinin biraz altında son buluyordu, gözleri kısık bakıyordu ve kim olduğumu biliyormuş gibi gergince dudağını dişliyordu.
Önündeki sıraya otururken dirseğimi masasına yasladım ve "Selam." dedim ardından. "Adım Jaemin."
"Seni tanıyorum." Kısık sesiyle cevap verene kadar gerçekten çekindiği için ilk başta sessizce konuştuğunu düşünmüştüm açıkçası ama sesi gerçekten kısıktı. "Hasta mısın?" diye sorduğumda dudakları arasından derin bir nefes bıraktı.
"Umursuyor musun?" diye sordu kitabının kapağını aralarken. Kaldığı yere baktıktan sonra kapağı kapattı ve kalın kitabın arka kısmı üste gelecek şekilde masaya bırakıp köşeye itti.
Umursamıyordum fakat "Asıl sen beni umursamıyorsun." dedim konuyu üzerimden çekmek amacıyla.
Derin bir nefes alırken saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı ve dediğimi umursamadan başını eğip parmaklarıyla oynamaya başladı.
"Hala umursamıyorsun." diye devam ettim, sinirlerim tekrar bozulmaya başlarken. Bana bakmaması sinir katsayımı yükseltirken sertçe hoodienin açık bıraktığı kolunu tutmuş ve bana dönmesini amaçlamıştım. Arin yerinden sıçrayarak kolunu parmaklarım arasından hızla kurtardığında olan biteni kavramaya çalıyordum yalnızca.
Tanrı aşkına, yalnızca kolunu tutmuştum ve canını yakmadığıma emindim bile.
Yüzü kıpkırmızı kesilirken gözleri doldu, kızarmış teni üzerinden hızla yaşlar dökülürken tuttuğum kolunu göğsüne bastırdığı sırada refleks olarak ayağa fırlamıştım.
"Uzak dur!"
Ne zaman yanımıza yaklaştığını bile anlayamadığım gri saçlı oğlan Arin'e elimi uzattığım sırada omzundan tutup beni oldukça güçlü bir şekilde itmişti. Geriye sendelenirken arkamda kalan masaya tutundum ve dengemi sağlayıp endişeyle Arin ve yanındaki çocuğa baktım.
Bu sima tanıdıktı, onu tanıyordum.
Lise birde beraber proje yaptığımız, daha doğrusu diğer grup üyelerine her şeyi yükleyen ve kendisi tek bir şeye dokunmayan ve bizim sayemizde yüksek puan alan Lee Donghyuck'dan başka biri değildi.
Donghyuck, elindeki paketi masaya fırlattıktan sonra Arin'i kolları arasına alıp elini çıplak boynuna koyduğunda kız ağlamayı kesmiş ve başını arkasında kalan duvara yaslamıştı, yüzü de yavaşça kendi rengine dönerken bu sefer tuttuğum kolunu parmakları arasına aldı.
"İyi misin güzelim?" diye sorduğunda Arin başını hafifçe salladı ve rahatça bir nefes alarak gözlerini araladı. Önce Donghyuck'a, ardından bana bakarken ben, gördüğüm şeylerden dolayı ne düşüneceğimi bile şaşırmıştım.
Donghyuck bana döndüğünde hala Arin'in kolunu tutarken bana doğru birkaç adım attı.
"Derdin ne senin?!"
"Yalnızca kolunu tuttum!"
Bağırışımla Arin'in kolunu bırakıp tam karşımda durdu, gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum fakat gerçekten Arin'in canını yakacak bir şey yapmamıştım.
"Bir daha asla ona yaklaşma, Na Jaemin."
Donghyuck dişleri arasından sinirle soluyup beni ittiğinde yalnızca birkaç adım geri sendelenmiştim. "Bir daha asla buraya gelme."
"Donghyuck, yapma." Arin ayaklanıp Donghyuck'un koluna sarıldığında onu umursamadan bana bakmaya devam ediyordu.
"Anladın mı?"
Bakışlarımı Arin'e çevirdiğimde gözlerini kaçırmış ve koluna sarıldığı bedeni geriye doğru çekmişti. Donghyuck gözlerini hala üzerimden ayırmazken "Tamam." dedim yalnızca.
"Üzgünüm, artık ne yaptıysam."
Arin yüzüme bile bakmadan Donghyuck'un kolunu bırakıp tekrar sırasına oturmuştu. Daha fazla yabancı olduğum bu sınıfta durmadım ve aklımdaki binlerce soru ile koridorda kendi sınıfıma ilerledim.
11.8.19
hellööö, iyi bayramlar çukulatalarım
ve bolca yorumlarınızı bekliyorum💝💗AYRICA OKUNMALAR ACAYİP HIZLI DÜŞTÜ AĞLIYORUM ÜHÜHÜHÜHÜ
ŞİMDİ OKUDUĞUN
angel on fire :: na jaemin
Fanfictionbiliyorsun jaemin, ben ateşte olmaya alışığım. ©hisblackpearl 2019 | na jaemin • [fantastik¡au x texting] [x-men'deki jean grey karakterinden esinlenilmiştir.] started: 8.5.19 published: 10.8.19 finished: 13.9.23