Ellerini yasladığı mermer, burnuna ilişen orman kokusu ve tam karşısında bulunan yeşilliklere karşılık olarak iç çekmekten alıkoyamamıştı kendisini. Aralarda bulunan, yaprakları kurumuş ağaçların, araya karışmış kahveliklerin görüntüsünü izliyordu.
Ciğerine işleyen kokuyla gözlerini kapattı. Eğer burada kaçıyor olduğundan dolayı bulunmamış olsaydı, gerçekten her sabah bu pencereden dışarıya bakar ve gülümserdi. Fakat şimdi günden günde ağırlığını taşıdığı kalbine işleyen her nefes, batıyordu sanki ona.
Yorulmuştu. Adım atacak hali kalmamıştı ruhsal olarak, hiçbir şey yokmuş gibi görünüyordu fakat yaşadıklarının dışarıya tam olarak ne zaman patlayacağını merak ediyordu. Kim Taehyung'un bir endişesiydi bu. Park Jimin için endişeleniyordu.
Onun yaptıklarından değil, yapacak olduklarından korkuyor, onun için endişelenmekten kendini alamıyordu.
Şimdi ise arkadan sarı saçlarına değen rüzgarla savruluşunu izliyor, yüzüne takındığı sabit ifadeden ödün vermiyordu. Bir kez daha iç çekti Park Jimin ve sesli bir şekilde nefes verdi. Boş kaldığı her an beynine doluşan düşünceler, artık bir köşeye çekilip delireceğini düşünmesine imkan veriyordu.
Yaslandığı duvarda onu izlemeyi bırakıp, yavaş adımlarla arkasına geçmiş, ellerini kollarından geçirerek karnında birleştirmiş ve başını çenesine yaslamıştı.
Beklediğinin aksine korkak bir tepki vermemiş, kapalı olan gözlerini açmamıştı. Minik elleri, karnının üzerinde duran uzun ince parmaklarının üzerine örtülmüş, başını da yana doğru onun başına yaslamıştı.
Hiçbir şey söylemeden, kendisi gibi gözlerini kapatmıştı onun gibi ve iç çekmişti. Orman kokusuyla karışmış şeftali kokusu burnuna iliştiği zaman gülümsemişti hafiften. Bu kokuya bayılıyordu..
Çenesini omzundan kaldırmış, açıkta kalmış beyaz tenine, boynuna burnunu yaslamış ve ufak ufak öpücükler bırakmıştı. Sonunda gözleri açıldığı zaman, yüzünü ona dönmüş ve elleri ensesini bulmuştu. Kim Taehyung'un elleri bir an olsun belinden ayrılmazken, Park Jimin tam olarak gözlerinin içine bakıyordu. Buruk, kırık bir şekilde yansıyordu gözleri.
Başını göğsüne yaslayıp, kollarını vücuduna sarmaladığı zaman tekrardan kapadı gözlerini. "Yorgun hissediyorum," diye mırıldandı.
Sarı saçlarının arasına karışan parmakları, hafiften okşadı onu ve fısıldadı ona doğru, "Hepsi geçecek güzelim, hepsi geçecek."
Yavaşça başını salladı, "Elbette geçecek, geçmek zorunda. İyi günlerimizi bekliyor olacağım Taehyung. İyi günlerimiz, kötü günlerimizden fazla olacak, değil mi?"
"Elbette olacak."
"Öyleyse söz ver bana."
Kaşları çatık bir şekilde geri çekilerek gözlerinin içine baktı.
"Söz mü? Ne için?"
"Bunun için. Az önce söylediğim şey için. Söz ver bana."
Kim Taehyung, ellerini yanaklarına konumlandırmış bir şekilde yüzüne eğilirken, fısıldadı. "Söz veriyorum."
Çok değil, saniyeler içerisinde buluştuğunda dudakları, kapanan gözlerine engel olamadı.
İyi günlerimiz, kötü günlerimizden fazla olmalı Kim Taehyung. Çünkü söz verdin.
Duyulan kapı sesiyle birbirinden ayrılıyorken, bu anı bölen kişiye fazlasıyla sinirlenmişti esmer olan.
"Bölüyorum ama," dedi Min Yoongi. "Jungkook.."