Bunu yapmamalıydın.
Yapmam gerekiyordu.
Kaçtın.
Ona yeni bir hayat sundum.
Kendi hayatını feda ederek mi?
Evet, kendimi feda ettim.
Oturduğu arka koltuğun ortasında, yanında iki iri yarı bir adamla birlikte gidiyordu. Arka camdan eve bakınmaya çalışıyor ve içinden Jungkook'un kendisini affetmesi için dua ediyordu. Ona bir şey olacak düşüncesi bile içindeki yangını körüklemeye yeterken, gözlerinin şahit olduğu görüntüyü aklından silemiyordu.
Ona dokunmuşlardı.
Kılına bile zarar gelmesinden korktuğu küçüğüne dokunmuşlardı.
Belki de bu yüzden ellerinin kanına şahit olmasını istiyordu. O adamın kanının ellerinden aktığını görmek, sıcaklığını birebir hissetmek istiyordu.
Peki ya..Kim Taehyung?
Bir ağrı girdi kalbinin tam ortasına.
Kim Taehyung..
Onun için gelir miydi? Bir kez daha kendisini tehlikeye atar mıydı? Yapmamalıydı. Onun için gelmemeli, Jungkook'un yanında durmalı ve onu korumalıydı. Güveneceği, emanet edebileceği hiç kimse kalmamıştı etrafında, hiç kimse.
Sevdiği insanların küllerini görmeye alışık olduğundan mıdır bilinmez, elini uzattığı ne varsa bir bir gidiyordu. Taehyung ve Jungkook, gitmemeliydi.
Kendi içinde yaşadığı çelişkiyle birlikte gözlerini daldığı yerden ayırdı ve arabayı sürenin yanında oturan Kang Dae'ye baktı. Yaşlanmaya yüz tutmuş parmaklarının arasında duran sigarayı dudaklarına götürüyor, ciğerlerine kadar çekiyor ve camı açık olmayan arabanın içerisine üflüyordu.
Umuyordu ki, ciğerleri paramparça olurdu. Çektiği her nefes, ciğerlerine bir ok gibi saplanır ve delik deşik ederdi onu.
Uzun süren bir araba yolculuğundan sonra, sağ tarafındaki adam arabadan inmiş ve kendisini de indirmişti sert bir şekilde.
"Dokunma bana," dedi kollarını tutan ellerine bakarken. "Aksi takdirde bütün parmaklarını büyük bir zevkle kırarım."
Güldü.
Park Jimin'in söylediği cümleye karşılık güldü ve sağ eli yüzüne vurmak için kalkmışken, Kang Dae durdurdu onu.
"Buna nasıl cüret edersin? Benim olana dokunmaya ne hakla cüret edersin?"
Ellerini kendi üstünden çektiği zaman çatık kaşları yüzünü buldu. "Benim olana mı?" Alaycı bir şekilde güldü, "Gerçekten senin malın olacağımı mı düşünüyorsun?"
Kendisinden biraz daha kısa olan bedene doğru eğildi ve gözlerinin içine baktı. Elinin tersiyle beyaz tenini okşuyorken gülümsüyordu, "Küçüğüm, sana her şeyi öğreteceğim. Elimden bir şeyleri almaya çalışmanın nelere sonuç olduğunu, bana diş göstermenin ne olduğunu, hepsini sana çok özel bir gecede göstereceğim."
Ağlama.
Bunu sen tercih ettin.
"Hatta biliyor musun, o kadar şanslı birisin ki.." Bileğindeki saate baktı, "Bunların hepsini sana tam olarak bu gece göstereceğim."
Başını iki yana salladı. Adımları geriye giderken, az önce şamar yiyen adamın kollarının arasına girmişti tekrar.
"Onu yukarıya götürün ve her yeri kilitleyin. Ayrıca güzelce hazır olduğundan emin olun, hiçbir yerinde iz görmek istemiyorum."