Garip hissediyordum.
Yatağın başına dayadığım sırtım, karnımın üstünde birleştirdiğim ellerim ile birlikte tavanı izliyordum. Saatin kaç olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu, oda karanlıktı. Düşünmemeye çalışıyordum.
Hiçbir işe yaramıyor olduğunu bilsem bile, düşünmemeye çalışıyordum. Çünkü her aklıma gelişinde kalbimin hızlanışını hissediyordum ve bu beni rahatsız ediyordu.
Yan odamda olduğunu biliyordum.
Üstelik onun varlığı bile uyumamı etkilemişti, saatlerce yatakta dönüp durmuştum. Çok değil, daha birkaç gün öncesinde bu tavana bakarak onunla ilgili hayaller kuruyorken, bir daha geri gelemeyeceğini düşünüyordum. Çünkü öyleydi. Ölmüştü.
Şimdi ise her şeyin bir yalandan ibaret olduğunu hissediyordum. Kimdim? Neredeydim? Yanımda bulunan insanlar, gerçekten yanımda mıydı? Bana karşı olan hisleri hiç gerçek olmuş muydu?
Parmaklarım saç tutamlarımın arasında kayıp giderken iç çektim. Zamana mı ihtiyacım vardı? Doğrusu, neye ihtiyacım olduğunu bile bilmiyordum.
Bir yanım ona bağırıp çağırmak, gerekirse onu bir daha görmemek istiyordu. Ama diğer yanım.. Canımı acıtan kısım buydu ya zaten. Onun yanı başımda olmasını istiyordum. Her şeyin geride kaldığını düşünerek, kötü olan her şeyi unutarak, benim yanımda olsun istiyordum.
Gözlerimi kapattım. Düşünmek beni yoran tek şeydi. Beynim patlayacakmış gibi hissettim.
O sırada kapımın açılış sesini duydum, özenle ses çıkartmamaya çalışılıyordu. Birkaç saniye sonra silüetini, ardından bana doğru yaklaşan bedenini gördüm.
Sakin kalmalıydım, hislerimi ve duygularımı içimde hapsetmeliydim. Pencerenin önünden geçtiğinde, o ışık ile birlikte bir anlığına gördüm yüzünü. Gözleri kızarmış gibiydi.
"Jimin," diye fısıldadı ve yatağımın ucuna oturdu.
Kalbimi hissetmiyordum, ellerim buz kesmeye başlıyordu.
Yatak ucundan bana doğru biraz daha yaklaştı ve uzun ince parmakları ile ellerimi kavradı. Ben her ne kadar soğuk isem, onun elleri bir o kadar sıcaktı.
"Bir rüya gördüm." dedi. "Kötü şeyler oluyordu..çok kötü şeyler."
Uykulu sesinin yanına karışmış masumluğu karşısında yutkundum. Burnunu çekti, ağlamış mıydı?
Parmakları ellerimi daha bir sıkı kavradı ve gözlerimin içine baktı.
"Beni eskisi gibi sevmeyeceğini biliyorum ama lütfen benden nefret etme Park Jimin." Buruk bir şekilde gülümsediğini gördüm.
Kaşlarım çatıldı istemsiz, "Ne nefret etmesi Kim Taehyung?"
"Keşke ölmüş olsaydın, dedin. Defalarca."
Başımı iki yana salladım, "Öyle..öyle bir şey söylemedim, sadece bir rüyaydı."
Yaslandığım yerden ona doğru kaykıldım ve ne yapacağımı bilemez bir şekilde, kendi ellerimi onun ellerinin üstüne koyarak tuttum.
"Nasıl hissetmem gerektiğini, ne yapmam gerektiğini inan bana bilmiyorum. Yani sen..sen buradasın. Karşımda duruyorsun, hem de sapasağlam." İç çektim, her an dökülmeye başlayacak olan göz yaşlarım ile mücadele edecektim.
"Senin öldüğünü düşündüm. Her dakika, her gün, her gece. Bununla yaşamak ne kadar zordu bir fikrin var mı? Siktiğimin 3 senesi boyunca neden olmadığını da bilmiyorum Taehyung. Canımı daha fazla yakmamak için mi yoktun gerçekten?"