Burnuma ilişen çay kokusu, alnımda hissettiğim ıslak bez ile hafif araladım gözlerimi. Görüşüm bulanıktan netliğe geçene kadar bir süre öylece baktım tavana. Kaldırdım elimi yavaşça, alnımdaki ıslak beze dokundum. Hissiyatı iğrençti, yatağın bir ucuna fırlattım onu.
Hafif doğrulmaya çalışarak yataktan etrafa bakındım, kimseyi göremiyordum. Ne olmuştu? Belimin acıması ile hafif inledim. Gözlerimi ovuşturdum soğuk zemine ayak basarken. Aşağıdan gelen ve burnuma ilişen kokuyu takip etmekten başka bir şey yapmamıştım. Merdivenlerin oradan, duvara tutunarak inmiş ve mutfak kapısının önünde duraksamıştım.
"Ah, demek uyandın, daha iyi misin?" demiş, hızlı bir şekilde yanımda belirmişti. "Tanrım," diye fısıldadı. "Hiçbir şeyin yok gibi.."
Kaşlarımı çattım, "Neyim olacaktı ki?"
Gözlerini devirdi, "Geldiğimde lobinin ortasında yatıyordun hyung. Aklım çıktı bir şey oldu diye."
Bu sefer kaşlarımı kaldırmıştım, "Ne?"
Jeon Jungkook iç çekti ve Park Jimin'in saçlarını okşadı. "Neden orada olduğun konusunda en ufak bir fikrim yok fakat sanırım iyi ki geri dönmüşüm diyorum. Neden kendine dikkat etmiyorsun? Hem neden eve geldiğim de bütün camlar açıktı? Sana kapat, çok esiyor, dememiş miydim? Ayrıca mutfaktaki poşetler bile yerlerd-"
"Jungkook," dedi Jimin onun lafını bölerek. "Ne saçmalıyorsun sen?"
Jungkook, karşısındakinin davranışlara anlam verememiş fakat bir süre sonra hastalıktan dolayı algısının tam yerinde olmadığını düşünmüştü. Onu bileğinden tuttu ve çekiştirerek salondaki koltuklardan birine oturttu. Ardından koltuğun üstüne koyulmuş olan battaniyeyi güzelce açtı ve üstüne örttü.
Park Jimin, küçüğünün onun için koyduğu çayını yavaşça yudumlarken, Jeon Jungkook karşısındaki tekli koltuğa oturuyordu.
"Neden geri döndün?" dedi Park Jimin yudumundan sonra.
"Hasta olduğun için seni yalnız bırakmak istememiştim. Hem gelmeseydim hâlâ orada yatıyor olabilirdin.."
Jimin gözlerini devirdi. Öyle bir şey hatırlamadığından, bu küçük veledin uydurduğunu düşünüyordu.
"Başım çatlıyor," demiş ve eliyle başını ovmaya çalışmıştı. "Bu sefer gerçekten aylardır uyumuyor gibi kötü hissediyorum."
Jungkook güldü, "Ve bir o kadar da kötü görünüyorsun."
Yanındaki yastığı fırlattı ona, "Seni küçük velet," dedi. "Gidip ders çalışsana sen, ne diye başıma abi kesildin?"
"Hyung, benden oldukça kısasın ve senden yapılı olduğuma gör-"
"Yukarı çık ve dersini çalış Jeon Jungkook."
O aşırı eğlendiğini belli edercesine gülerken, Park Jimin kaşlarını çatmış bir şekilde çayını içiyordu. Jungkook yavaş yavaş salonu terk ederken, bakışları tekli koltuğa takılı kalmıştı.
Bir anlık gidip gelen görüntü ile irkilmiş ve kalp ritmi hızlanmıştı. Onu gördüğünü sanmıştı ama hayır, koltuk boştu.
"Senin için geldim," sesi yankılandı zihninin en ücra köşelerinde.
"Bu da ne böyle?" diye fısıldadı. Bir kere gördüğü insanın sesi nasıl olurda bu kadar kalıcı bir şekilde zihnine işlerdi? Kaşlarını çatıp, donuk bir şekilde bir süre daha o koltuğa baktı.
Hayır, hiç mantıklı gelmiyordu. Başını iki yana sallayıp, düşüncelerini toz bulutuna çevirdi. Bugün olan şeylerin hiçbiri mantıklı gelmiyordu.