Günleri ve saatleri bu odanın köşesinde bulunan yatakta geçiyordu. Her gün biraz daha aynı, biraz daha boş hissediyordu. Vaktini öldürsün diye yatağının yanında bulunan bir yığın kitap vardı. Peki okuyabilmiş miydi? Hayır.
Başrollerine kendini ve Taehyung'u koymuştu. Oysa aralarında kocaman bir fark vardı. Bu kitapların sonu mutlu aptal bir sonla bitiyorken, onların bir sonu bile olmamıştı. Çünkü hiçbir zaman sona ulaşamamışlardı.
Minik parmakları siyah saç tutamlarının arasında dolanıyor ve şeklinin bozulmasına sebep oluyordu. Beyaz teni daha solgun, o öpülesi yanakları daha bir zayıftı. Çenesinde yavaştan belirir sakalları çıkmıştı.
Üstünde Kim Taehyung'un siyah kazağı vardı, kolları oldukça uzun olduğundan dirseklerine kadar sıyırmıştı. Sonunda derin bir nefes alıp yataktan çıkmayı başarabildiğinde, terliklerini yere sürte sürte koridora ilerlemiş, aşağıda birinin olup olmadığını öğrenmek amacı ile merdivenlerden aşağıya sarkmıştı hafif.
"Jungkook? Evde misin?"
Kahverengi saçları görmeyi umuyorken, görüş alanına girmişti beyaz saçları. Yeni uyandığını belli edermişcesine dağınık saçları ve sol gözünü kaşıyorken kaşları hafif çatıktı Min Yoongi'nin.
"Jimin," dedi. "Saat kaç?"
Duvarda asılı duran saate baktığı zaman bir yandan merdivenlerden iniyordu, "Öğlen olmak üzere. Jungkook nerede?"
Uykulu bir vaziyette salonu süzdü Yoongi ve omuz silkti hafif. "Bilmiyorum, bir şeyler almak için çıkmıştır."
Başını salladı yavaşça. Tam karşısında hiçbir şey demeden dikiliyorken, gözlerinin içine bakmak oldukça zor olmuştu onun için.
Onu o evden çıkarttıkları günden beri oldukça iyi davranıyordu Jimin'e, kırılmaması gereken bir porselen gibi. Araları çok kötü değildi, çok iyi de değildi. Bir mesafe bulunuyordu. Ve bunun sebebi Jimin'di. Ondan uzak durmayı istiyordu çünkü ona Taehyung'u hatırlatıyordu. Üstelik çoğu zaman kendi içinde sinirleniyordu Yoongi'ye. Onu bu işlere bulaştıran o'ydu. Küçücük bir çocuğu katil yapmak istemişti Yoongi. Onu kendi elleri ile Kang Dae'ye teslim etmişti.
Yine de yüzüne vurmak istemedi hiçbir zaman, çünkü Taehyung'un geri gelmeyeceğini biliyordu. Birden fazla kalp kırıklığı hiçbir şeyi eski hale getirmezdi.
Ortadaki garip sessizliği bozan, Jungkook'un anahtarı kapıya takıp içeriye girmesi olmuştu. Ellerindeki poşetler ile kocaman gülümsemiş ve ikiliye bakmıştı. "Günaydın."
Park Jimin sessiz kalırken, Yoongi beyaz saçlarını düzelterek lavaboya yönelmişti. Elindeki poşetleri onun parmakları arasından sıyırıp, kendi minik parmaklarına geçirmiş ve mutfağın yolunu tutarak yürümeye başlamıştı.
Tezgahın üstü poşetlerle dolarken, mutfağın hafif açılmış camından gelen soğuk kısa bir süreliğine içini ürpertmişti.
Küçüğü ile birlikte poşetlerin içini boşaltıp düzgün bir şekilde dolaplara yerleştirmiş, sonrasında kısa bir süre içerisinde kahvaltıyı hazırlamışlardı.
Artık eskisi gibi olmak istemiyordu. Her şeyi geride bırakmalı, daha fazla işkence etmemeliydi kendine. Ya da küçüğüne. Önemli olan o'ydu.
İçini rahatlatmak için kendisini izliyor olan küçüğüne gülümsedi, "En sevdiğim fıstık ezmesini almışsın."
Jungkook'un gözlerindeki neşeyi gördü hafiften ve hızlıca kafa sallayışına şahit oldu. "Evet, bitmişti çünkü ve bunu yemeyi çok sevdiğini biliyorum hyung, gözümden hiçbir şey kaçmaz." Göz kırptı.