sihirli bir sesle.

104 16 8
                                    

Vefalı birkaç tane kalp ve her dâim uzatılan iki güçlü el.
Bu dünyada ihtiyacım olan tek şeyin bunlar olduğunu biliyorum. Çünkü ben dâima, bir adama tutkunum.

Başıma geçirdiğim kırmızı şapkanın ucunu düzeltirken üşüyen ellerimi montumun cebine sokuyorum. Yürüdüğüm kaldırımdaki su birikintileri botuma sıçrıyor ve lekeler bırakıyor. Aldırış etmiyorum. Zira bu sersem adımlarımla ilerlediğim yolun sonu Tolga'ya varacak. Kirlenmek, ıslanmak.. Bunlar o kadar basit şeyler ki şuan gözümde. Hiçbir önemi yok.

Bugğn günlerden cuma. Kasım ayının ilk günlerindeyiz.

Buluşmak için sözleştiğimiz kafenin önüne yaklaşırken, Kasım ayında dahi, terleyen ellerimi montumun cebine siliyorum.

Onunla buluşuyoruz. Yepyeni yerler keşfediyoruz. Fakat ne olduğumuzu bende anlayamıyorum.
Zira Tolgayla yaşadığımız bu şeyin tarifini yapmak çok zor. Yaklaşık iki aydır hergün yüzünü gördüğünüz ve çok sevdiğininiz birisiyle aranızın çok  iyi olması, ve size değer verdiğini hissetmek dünyanın en güzel duygusu. Fakat, ya bu kadarsa. Ya sadece değer veriyorsa, diye benim yerime düşünen birşey var içimde . Nedendir bilmiyorum ama aramızın  nereye gittiğini bilmemek garip geliyor. Belirsizlik yoruyor. Hiçbirşeyden emin olmamak ise insanın elini kolunu bağlayan bir diğer etken olarak çıkıyor insanın karşısına. Lakin düşünmek istemiyorum. Sadece ona ve bize odaklanıyorum..

Kafenin önüne gelir gelmez küçük patika yolda yavaş adımlarla ilerliyorum. Etrafa yerleştirilmiş kış çiçekleri, yağıp geçen yağmurdan dolayı parıl parıl parlıyor. Etrafta dolaşan gözlerimi bu yolun sonuna odaklarken adımlarım duraksıyor. Çünkü karşımdan bana doğru gelen kişiyi çok iyi hatırlıyorum.
Mustafa. Kendisi benden bir yaş kadar büyük ve geçen yıl okul hayatımın en saçma anılarını bana yaşatan kişi. Her gördüğünde yaptığı yüsüzlükleri hatırlamak dahi istemiyorum.

Omuzlarımı dikkeştirip yanından geçeceğim sırada bileğimde bir dokunuş hissediyorum. Birkaç adım geriye gidip onun dokunuşundan sıyrıkırken yüzüme sert ve huysuz bir ifade takınıyorum. Fakat ne zaman onun dokunuşundan kurtulduğumu ve yüzüme  en sert tepkiyi tanındığımı anlayamıyorum.

"Ne yapıyorsun sen?" diye söyleniyorum sert bir sesle.
Birkaç adım uzaklaşıyorum.

"Bir selam bile vermeden yanımdan geçip gidecektin.. Üzgünüm buna gönlüm el vermezdi." derken yüzünde manasız ve itici bir gülümseme oluşuyor.

Başımı iki yana sallıyorum. " O kadar çok yüzsüzsün ki, asla akıllanmayacaksın değil mi?"

Gülerek başını iki yana sallıyor. Kafeden dışarı bakan birisi şu halimizi görse, diye düşünüyorum. Aramızın oldukça iyi olduğunu düşünebilir. Çünkü sırtım kafenin iri camlarına dönük ve ordan görünen tek şey onun yüzü.
"Ben senin peşinden koşmayı çoktan bıraktım.. Artık bir sevgilim var."

Yüzümde herhangi bir değişim olmuyor. Yanlızca düşündüğüm tek şey o kıza yazık olduğu. Ve ona herhangi bir şey söylersem kendini değerli hissedeceğini biliyorum. Birkaç saniye yüzüne bakıyorum önce, sonra da yanında geçip gidiyorum. Kafeye doğru hızlıca  varan adımlarım kapıyı açarken duraksıyor, ardından da onun bulunduğu masaya giderken  dur durak bilmeden hızlanıyor.
Cam kenarına yerleştiği sandalyeden yavaşça ayaklanırken üzerindeki kazağın kolunu düzeltiyor. Ben yerime geçip otururken yüzünde herhangi bir ifadeye rastlamamak beni üzüyor fakat bozuntuya vermiyorum.

Geçip karşısındaki sandalyeye oturana, sipraişlermizi verene, birşeyler içip orda oturana kadar gerekli olmadıkça konuşmuyoruz. Moralim o kadar çok bozuluyor ki. Bir anda darmaduman oluyorum.
Dolan gözlerimi içerde dolaştırmak kar etmeyince, fincenımın dibindeki kahveyi tek seferde içiyor ve gözlerimi gözlerine sabitliyorum.
"Kalkalım mı?" diye mırıldanıyorum kısık bir sesle. Fakat kırgınlığım tam da dilimin ucunda, sanki daha fazla konuşsam oranın ucunu yakacak. Hatta yakmakla kalmayıp küle çevirecek her yeri.
"Olur" diyor. Sesi bir şeyleri bastırmak istiyormuş gibi. Ve oldukça sakin.
Oturduğumuz yerden ayaklanıyoruz, ve hesabımızı ödeyip  dükkandan çıkıyoruz. Yan yana yürümeye başladığımızda başıma şapkam geçiyorum titreyen parmaklarımla. O esnada yağmur ufak tefek atmaya başlıyor. Sakin bir sokağa giriyoruz, hava hafif karardığından mıdır, yoksa yağmur yavaş yavaş ama sık bir şekilde yağdığından mıdır bilinmez sokakta hiç kimsecikler yok. Adımlarımı yavaşlatıyorum, bu sefer Tolga birkaç adım önüme geçiyor. Yağmurun birkaç damlasını yüzümde hissediyorum, gözümden, ben istemeden, bir damla yaş akıyor.
Artık yürümüyorum.

"Tolga," diye fısıldıyorum kesik kesik. Fısıldıyorum fakat onu beni duyduğundan o kadar eminim ki. Adımları bıçak gibi kesiliyor. Hızlıca arasını dönüp bana bakarken göz yaşlarımı fark ediyor ve  doğru gelmeye başlarken yüzünü kaplayan korkuyu anbean izliyorum. "Birşey mi oldu? İyi misin?"

Artık ağlıyorum. Başımı iki yana sallayıp sağ elimi havaya kaldırırken, "Dur, lütfen gelme." diye mırıldanıyorum. O kadar çok kötü hissediyorum artık.
Kaşlarını çatıyor, ama beni dinliyor da.
"Asıl.. Asıl sen iyi misin?" derken yağmur keskin damlalarını montuma işliyor . "Ben, yanlış birşey mi yaptım sana.. Neden böyle -" doğru kelimeye bulmaya çalışıyorum. O ise yavaş adımlarla bana yaklaşıyor, fakat o kadar fark edemeyecek durumdayım ki artık. "tuhaf davranıyorsun,"

İnce parmaklarını nemli saçlarının arasından geçirip onları sertçe asılırken içim gidiyor, yapma demek istiyorum. Diyemiyorum. Birkaç dakika düşünüyor, doğru kelimeyi arıyormuş gibi. Fakat ne yaparsa yapsın hiç bulamayacakmış gibi yüzü. Çaresiz.

"Bak," diyen sıkıntılı ve bir o kadar  paramparça olmuş sesi kulaklarıma ulaşıyor. "Ben.. Ben, bugün hiç olmacak birşey hissettim, hissettim hissetmesine fakat buna hakkım olmadığını o kadar iyi biliyorum ki.." diye mırıldanıyor. Gözyaşlarım yavaş yavaş kesilirken kaşlarımı çatıyorum. Alnımda küçük bir çukur oluşuyor.Neyden bahsettiğini, konuyu nereye getirmeye çalıştığını anlamıyorum.

Burnumun dibinde kadar da gelmiş oysa, nasıl anlayamam.

"Ama.. Yapamıyorum Süveyda." derken fısıltısı, nefesi, sesi ve en çok ta kalbi bana oldukça yakın.

Allahtan sonra diye düşünüyorum, bir sen varsın bana yakın olan.

"Ne yapmam gerektiğini, ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum." diyor. Yağmur bugünü bekliyormuş gibi daha da hızlanıyor. "Seni o çocuğun yanında görünce, onun sana gülerken baktığını görünce ne yapmam gerektiğini bilemedim. Ben.."

"Kapana kısılmış gibi hissediyorum sanki. Adını koyamıyorum bu hissin, ne demek olduğunu bilmiyorum üstelik. Fakat, tek bildiğim -"

Düşünme fırsatını ikimizde de vermiyorum. İnce parmaklarım yüzünü buluyor. Sakalları incecik dikenler gibi parmaklarıma batmasına izin veriyorum. Parmak uçlarıma yükselirken, güzeller güzeli yüzü avuçlarım arasında küçülüyor..

Ve, onu öpüyorum.

İçmde yüzlerce, binlerce, hatta milyonlarca çocuk  koşturmaya başlıyor. Hepsinin ellerinde birer  pamuk şeker..
Bunu yapma sebeplerini içimde harıl harıl çalışan pamuk şeker makinasına bağlıyorum. Birilerinin o  aptal makinayı kapatmasını dilerken Tolga hiç beklemediğim bir şey yaparak beni belimden tutuyor. Ve aramıza hiçbir şeyin girmesine izin vermeyecek kadar yakınlaşıyor. Sağ elim yanağından ayrılıp ıslak saçları arasında gezintiye başlarken öpüşü derinleşiyor. Ne kadar sürdüğünü fark edemediğim bu serüven nefes almak için ayrıldığımızda son bulurken, onun buna hiç ihtiyacı yokmuş gibi yüzümün her bir karesini dudaklarıyla ezberlemeye başlıyor bu sefer. Kapalı olan gözlerimi öpüyor önce. Sonra şakaklarımı, ve en son yine dudaklarımı..
Yepyeni bir ihtilal başlarken yeniden ayrılıyoruz.  Bir peri geliyor ve ikimizin de ellerine birkaç parça sihir yerleştiriyor. Sonra ikimizde aynı anda, ve uzun zamandır sanki bunu bekliyormuş gibi sihrli bir sesle fısılıyoruz.

"Seni seviyorum."

~

00.33
3 Eylül, 2019.

ruh'un dolsun çiçeklerle. Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin