SELAAAAAM!
Bugün anonimciğimle size, İkiye On Kala- Bütün İstanbul Biliyor şarkısıyla geldik. Umarım bölümü severek okursunuz.
___________________________________Gözlerimi açtığımda saat sabahın altısıydı. Hava hala aydınlanmamıştı ve dışarıda esen sert rüzgar odamın camlarını titretiyordu. Tekrar uyuyabilmek için kafamı yastığa koydum; bugün cumartesiydi ve dün son sınavımı da verip bu işkenceden kurtulmuştum. Yani iki gün boyunca aralıksız uyuyabilmem gerekiyordu.
Tekrar uykuya dalacakken açık unuttuğum dijital saatin alarmı çalmaya başlamıştı. Resmen evren uyumama izin vermiyordu. Sinirle tepinip üzerimdeki kalın yorganı ayak ucuma doğru ittirdim. Yüzüme yayılan saçlarımı sertçe ittirip banyoya girdim. Resmi olarak tersimden kalkmıştım.
Sıcak bir duşun hayali beni kendime getirirken hemen kendimi duşa attım. Bir anda açılan sıcak suyla derim haşlanmıştı resmen. Ağzımdan kaçan Rusça küfüre engel olamazken, soğuk suyu açtım ve hızlıca temizlendim. Hasta olmamak için hemen saçlarımı kuruttum ve üzerime en rahat eşofmanlarımı giydim.
Odamdan telefonumu alıp, mutfağa indim. Bulabildiğim son yumurta, peynir ve salatalıkla midemin yarısını doldurdum, diğer yarısını ise çaya saklamıştım. Sanırım çay ve kahve içmeden duramıyordum.
Çay bardağını bırakıp koca bir kupaya çayımı doldurdum ve salona, televizyon başına geçtim. Uyuyamıyorsam yarım bıraktığım onlarca dizi arasından birine devam edebilirdim. Kanepede uzanmış, hangi diziye başlayacağımı düşünürken sonunda Doctor Who'nun altıncı sezonuna başlamıştım. Dizi izlemem yaklaşık üç saat sürmüştü ve yattığım yerden hiç kalkmadan acıkmam, içimde kurt olduğunu sonucunu ulaştırıyordu beni.
Üzerimdeki battaniyeyi kaldırıp, uzandığım koltuktan kalktım. Beynim uyuşmuş, gözlerim deli gibi yanıyorken, kollarımı kaldıracak halimin bile olmadığını fark ettim. Çok fena hasta olacakmış gibi hissediyordum. Boş bir şekilde duvara dalarken ne yapacağımı bilmiyordum.
Fırat'ın sohbetine doyum olmuyordu. En yakın arkadaşım, vizeler sonrası resmi olmayan bir haftalık tatil için ailesinin yanına, Ankara'ya gitmişti. Sonunda midemin sesine kulak verip yemek yemek için dışarıya çıkmaya karar verdim, böylece dönüşte markete gidip alışveriş yapabilirdim.
Telefonumdan dışarısının kaç derece olduğuna bakmak için hava durumuna girdim, hissedilen sıcaklık eksi dörttü. Aman ne güzel.
Hemen odama geçip dolaptan bulabildiğim en kalın kazağı üzerime giydim. Altıma önce tayt onun üzerine de kot pantolonumu geçirdim. Dudaklarıma çatlamaması için kirazlı ve mentollü dudak kremimi sürdüm. Şişme montum ve içine cüzdanımı son anda attığım sırt çantamla çıkmaya hazırdım.
Asansörün aynasından kendime baktığımda yuvarlanmaya hazır bir topaç gibi göründüğüme karar verdim. Kombinime on üzerinden eksi dört puan verirdim.
Dışarıya çıkar çıkmaz havada ki kar kokusunu almıştım. Kar yoktu ama Aralık'a birkaç gün vardı ve bu yakında yağacağına dair bir işaret olabilirdi. En son geçen iki yaz önce Rusya'ya gitmiştim ve karın tadını orada çıkartabilmiştim, nedense kar İstanbul'a hiç yağmamıştı.
Cebimden düğümlenmiş kulaklığımı çıkartıp çözmeden telefonuma taktım ve müzik uygulamasına girdim. Depresif halimi tetikleyecek, ilk sıradaki çalma listemi karışık çalma moduna aldım ve WhatsApp'a girdim.
Anonimin mesajlarını görmezden gelip önce annemin attığı mesajlara cevap verdim. Dün akşam atmıştı ve nasıl olduğumu soruyordu. Ona alışverişe çıktığımı söyleyip, anonimin attığı mesajlara girdim.
Marlboro: Günaydıııııın sabah güneşim! (05:35)
Marlboro: Biraz erken olmuş olabilir ama olsun, ne kadar erken o kadar çok konuşacak zaman.
Mary: Sana da günaydın. (13:25)
Marlboro: Aman Tanrım, o kadar erken cevap verdin ki...
Marlboro: Mary sadece bir ayımız var, bir gün yirmi dört saat, sekiz saat uyusan, yemek ve özel işlere de beş saat ayırırsan konuşacağımız süre, günde sadece on bir saat.
Marlboro: ON BİR!
Marlboro: Eee bunun özel günü var, altı günün, on bir saatinden beş saat trip atsan veya sinirli olsan altı saatimiz kalıyor.
Marlboro: Dört haftanın bir haftasında sadece altı saat konuşursak ne olur?
Mary: ?
Marlboro: Seninle yeterince vakit geçirememiş oluruz.
Mary: Sonraaa?
Marlboro: Mary, hiç soyağacına baktırdın mı?
Mary: Neden?
Marlboro: Bu odunluğun hangi taraftan geliyor merak ettim.
Mary: Sen kendini dünyanın en romantik adamı falan mı zannediyorsun?
Marlboro: Senden daha iyi konumdayım, itiraf et.
Mary: Şu bir ayın, bir haftasını çöpe mi atsak? Sen bu romantiklikle beni üç haftada tavlarsın nasılsa, ha?
Marlboro: Ağzıma kocaman bir fermuar çektim; seninle konuşurken sırıtmadan duramıyorum ya.
Marlboro: Ayrıca ben o bir ayı alın terim, bir kahve ve kurabiyeyle kazandım, hiç kimseye hakkımı yedirmem.
Marlboro: Off ben de telaş yapıyorum boşu boşuna. Sonuçta bir ay sonra önümüzde bir ömür vaktimiz var.
Mary: Egonu bir köşeye çekte yüz yüze konuşalım.
Marlboro: Mary...
Marlboro: Neden atkı ve eldiven kullanmıyorsun?
Mary: Sevmiyorum.
Marlboro: Yanakların buz gibi olmuştur.
Kafamı telefondan kaldırmayı akıl ettiğimde, gireceğim ev yemekleri yapan yeri geçtiğimi ancak fark edebilmiştim. Telefonumu cebime bırakıp boşuna yürüdüğüm on dakikalık mesafeyi geri döndüm ve üşendikçe yemek yemek için geldiğim yere girdim. Her gün çeşit çeşit taze ev yemekleri yapılıyordu ve benim fast food'dan uzak kalmamı sağlıyordu.
Bir kase çorbadan sonra, tavuklu pirinç pilavı ve salata yemiştim. Midem bayram ederken, sandalyemde geriye yaslanıp, mesaj atmadığım anonime geri döndüm.
Mary: Nereden biliyorsun?
Marlboro: Afiyet olsun.
Marlboro: Ayrıca bir haftadır kan ilaçlarını almadın. O kadar kahve ve çaya vücudunda demir falan da kalmamıştır.
Mary: Bak, bu takip olayını çok abarttın. Rahatsız olmaya başladım.
Marlboro: İnan bana seni takip etmiyorum, sen bir anda karşıma çıkıyorsun. Ben detaylara dikkat eden ve o detayları unutmayan biriyim.
Marlboro: Eve dönerken seni gördüm. Karşı kaldırımda yürüyordun, ev yemekleri yapan o yere girdin ve ben de gördüm, bu kadar.
Mary: Pekala.
Mary: Yani evin bu civardaki yürüyerek gidiyorsun. Yakaladım!
Marlboro: İşte sahada görmek istediğimiz hareketler Mary.
***************************
Nasılsınız şu karantina günlerinde?
Umarım hepiniz evdesinizdir! Sizin karantina da kaçıncı gününüz? Ben 45. günden sonra saymayı bıraktım da...
LÜTFEN yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın veya görmezden gelmeyin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HELIANTHUS -Texting
Teen FictionBilinmeyen Numara: Elindekinden ne zaman vazgeçeceksin? Bilinmeyen Numara: Ölmeni istemiyorum Bilinmeyen Numara: Lütfen yaşa Bilinmeyen Numara: En azından benim için (YARI TEXTİNG BİR HİKAYE)