Ne kadar koştuğumu bilmiyorum, ama bu diyarların kayaları yüzünden fazla koşamazsınız ve o kuş da bunu biliyor. Her defasında ayaklarıyla sırtıma vuruyor ve yere düşüyorum. Dizlerim, ellerim kanıyor, ama bunu umursamıyorum. Çünkü daha önemli bir konu var ki o da ayaklarımın artık bırak kaçmayı yürümek bile istememeleri...
Tam pes etmek üzereydim ve onu gördüm; Ayşe'yi. Yine yasak bölgelerde dolanıyordu. Ona çarpmadan bir dakika önce bağırdım, ama gözlerini beni takip eden kuştan alamadı. Ona "Kaç!" dedim, ama beni dinlemedi. Belki de korkmuştu ya da şaşkındı, ama kaçmayı düşünmediği kesindi. Ve ona çarptığım sırada kolundan tutup beni takip etmesini istedim, ama o bir çivi gibi yere çakılmış, kuşu izliyordu. Onu devindiremiyordum. "Hadi ama!"
Kuş, bize yetişti ve dalga geçercesine etrafımızda tur attı. Rüzgârı saçlarımızı savuruyordu, gölgesi ikimizi de içine alıyordu. Gerçekten korkunçtu. Ve gözleri... Onlara bakmak bile istemiyordum. Neden bize saldırmıyordu? Bilmiyorum, ama bizden hoşlanmadığı kesindi.
"Ayşe neyi bekliyorsun?"
Ayşe beni yine duymadı ve kuşa doğru bir iki adım attı. Saçları savrulurken "Senden korkmuyorum!" diye bağırdı. "Ve kim olduğunu biliyorum! Senden ya da muhafızlarından korkmuyorum!"
Ağzım açık kalmıştı. Bu kız cesur değil; aptaldı, deliydi. Ben olduğum yerde tir tir titrerken o tuhaf bir cesaretle yaratığa bağırıyordu. Kuş da şaşırmış olmalıydı, hala saldırmıyordu.
"Çek git buradan!" dedi Ayşe. "Yoksa bu diyara senin kim olduğunu anlatırım." Kuş tereddüt edip olduğu yerde bir kaç kez dönünce Ayşe resmen çığlık attı ve "Çek git dedim!" diye bağırdı.
Kuş da çekti gitti. Öylece bakakalmıştım. Olduğum yerde bir süre nefesimi dinlendirdim ve kalbimin sakinleşmesine izin verdim. Bu kızdan korkmalı mıydım? Yoksa hayran mı kalmalıydım, bilemedim. "Sen." dedim. "Delisin."
"Deli değilim." dedi. "Ve o da bir kuş değil."
"Bunu görebiliyorum."
"Peki, kim olduğunu düşünüyorsun?"
Sustum. Kuş olmadığını biliyordum, ama kuş olduğunu düşünüyordum. Tuhaf değil mi? Bilmek ile düşünmek arasında derin bir çizgi vardır belki de ya da görmekle inanmak arasında... Gerçekte ise beynim sadece gördüğüne inanmak istiyordu ve bilmediğini öğrenmekten korkuyordu. Burada beynimin aslında korkak bir çocuk olduğunu düşündüm. Ona söz geçirmekte zorlanıyordum. Acaba Ayşe kendisiyle nasıl baş edebiliyordu?
Ayşe "O gölge kadın." dedi.
İşte buna inanmazdım. "Uyduruyorsun."
"Onun kuşa dönüştüğünü gördüm." Bir süre ona ve iri gözlerine baktım. Uydurmuyordu, ben inanmıyordum ve omuz silkti. "İnanmak zorunda değilsin." Etrafına tuhaf bakışlar attı. "Senin evine gidelim. Söylemem gereken çok önemli bir şey var."
Eve gidene kadar bilincim yerinde değildi. Kendimi sabahlara kadar grup müzikleri dinlemiş gibi hissediyordum ve ilacımı bana Ayşe verdi.
Bu diyardaki diğer herkes gibi yaşadığım tek odalı polyester kulübeme girdik. İlk olarak kafamı toparlamak için bir şeyler tüketme ihtiyacı hissettim. Raftan aldığım kırmızı konserveyi alıp düşünmeden içtim. Sizinkileri bilmem ama biz fukara gölge sakinleri, konserveden başka bir şeyi tüketmeyiz. İçlerine ne koydukları hakkında hiçbir fikrim yok, söylemezler de. Tuhaf renkleri ve keskin kokuları var. Peki, doyurucu mu? Evet, yeterli.
Konserveyi bitirdiğimde yatağımın üzerine oturdum, Ayşe'yi dinlemeye hazırdım. O da benim hazır olmamı bekliyordu ve ayakta dikilirken her an kaçacakmış gibi bir hali vardı.
"Bahset bakalım." dedim. "Ama lütfen kitap olmasın."
"Ondan bahsedeceğim." Dediğinde gözlerimi kapattım. "Bazı arkadaşlarımdan kelime çözümlerinde yardım aldım ve sadece bir cümleyi çözebildim."
"Arkadaşların mı? Bunlar nasıl arkadaşlar ki bir kitabı çözebiliyorlar?"
"Senden daha akıllı oldukları kesin."
"Daha güvenilir birilerini bulmalısın Ayşe. Seni idam ettirecek birilerini değil."
"Sadece cümleyi dinle ve..."
"Hayır!" Sesim istemeden sertleşmişti, ama buna engel olmadım. Çünkü ben bir korkaktım. "Senin o aptal cümlelerini dinlemek istemiyorum." dedim. "Eğer o kitaptan bahsedeceksen beni yalnız bırak ve bu işe bulaştırma. Evet, arkadaşların kadar cesaretli değilim ve olmak da istemiyorum!"
"Sadece bir cümle!" dedi Ayşe. "Sonra seni yalnız bırakacağım, söz veriyorum."
Sustum, yutkundum, bekledim. Evet, bir cümle bir şeyi değiştirmezdi. Kafamı salladığımda ise Ayşe gülümsedi. En son ne zaman böyle gülümsediğini hatırlamıyorum ve çok önemli bir şeye hazırlanıyormuş gibi kendine çeki düzen verdi, sesini düzeltti. Okuyacağı şey bu kadar önemli miydi?
Sizce?
Bir cümle, harap olmuş kitaptaki bir cümle sizin hayatınıza ne kadar etki edebilirdi ki? Asırlar önce yazılmış olan bir cümle, kitapları tanımayan bir adamı nasıl etkisi altına alabilirdi? Yaşadığım şu karanlık hayatı görmemi sağlayan, etrafımdaki her şeyi gözler önüne seren, kulaklarımı ve gözlerimi temizleyen, bana ilacımı veren, ruhumu uyandıran, büyüleri çözen cümleydi bu. Bir an duymaktan korkmuştum, ama dinler dinlemez anlamıştım ki bu cümle artık korkmamı sağlamayacaktı.
"Şüphesiz ki 'Lah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de batıdan getir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
K İ T Â P
Short Story*kitapları kemiren böcek 01/09/2019 #spiritüel Yazar: geçmişte kalan Konu: bir avuç gelecek Bir hikâyeden daha çok, bir an gibi... Telif hakkı, gölge diyarındaki mavi güneşin ardında saklıdır; fazla yaklaşmayın, zehirler. ©