"Olmaz!" diye bağırdım. Sesim bütün otelde yankılanınca ağzımı kapattım. Daha kısık bir şekilde "Ben başka bir odada bulunsam olmaz mı?" dedim.
Suho bağırmamın ve ardından gelen ani değişimimin etkisiyle şaşkınlıkla bana baktı. "Kris ile iyi anlaştığını düşünüyordum."
"İyi anlaşıyoruz." dedim. "Sadece... diğer üyeler ile de anlaşmak istiyorum."
Uydurduğum en iyi yalan değildi.
Ama o sırada aklıma gelen en iyisi buydu.
"Ah," dedi Suho.
Menajer hyung söze atıldı. "Bir günlük sadece bu. Bu kadar sızlanmayın."
Kris bana baktı. Önceden de bakıyor olabilirdi ancak ona göz ucuyla baktığımda anladım bunu. Buna rağmen o kadar sinirli bakıyordu ki bir an için kaçmak istedim.
"Tamam, gidelim o halde. Çok uzatmaya gerek yok." Odanın anahtarını aldı ve yürümeye başladı.
Peşinden gitmeye başladım. Oda yedinci katta olduğu için asansörle çıkacaktık. Asansörlere giden köşeyi döndüğümüz anda bileğimi yakaladı ve beni bir anda çekti.
"Bırak!" dedim ona. Bileğimi elinden kurtarmaya çalışıyordum.
"Ben sana şüphe çekmemelisin dedim. İstiyorsan çek aslında; beni ilgilendirmez." Bileğimi bıraktı ve asansörün gelmesi için tuşa bastı.
Asansör geldiğinde bindik. Yedinci katı tuşladı ve yukarı doğru hareket ederken hiç konuşmadık. Rahatsız edici derecede gergin bir ortam vardı. Yutkundum. Bileğim hala acıyordu. Kris'ten cidden nefret etmeye başlamıştım. İyiliğimi düşünüyorsa bile neden bu şekilde dile getirmek zorundaydı?
Bana saatler gibi gelen bir sürenin ardından kapı açıldı ve çıktık. Üzerinde 421 yazan odayı bulduğumuzda anahtar kartı okuttuk ve içeri girdik. Kabus bundan sonra başlayacak gibime geliyordu ve açıkçası fazlasıyla korkuyordum. Bir erkekle aynı odada baş başa kalma düşüncesi hiç güzel bir düşünce değildi. Asıl sorun ise odada biraz ilerleyip gördüğüm şeyle oldu: Çift kişilik bir yatak.
Ve işte o zaman tavandan yere kadar uzanan pencereyi kırıp kendimi yedinci kattan atarak intihar etmek istedim.
Odayı incelemeye başladım. Kahverengi tonlarıyla dekore edilmişti ve odayı sarı, gözü hiç almayan bir ışık aydınlatıyordu. Karşıda duvar olması yerine tavandan yere kadar uzanan pencereler vardı. Bunların hepsi daha çok karanlık ve ekzotik bir hava veriyordu.
Pencerelerin yanına gittim. Şehrin belli bir kısmının manzarası şu an ayaklarımın altındaydı. Genelde sarı yuvarlak ışıklar aydınlatıyordu; buna rağmen diğer renkler de onlara eşlik ediyordu. Aşağı baktığımda otelin bir havuzu olduğunu gördüm.
Pencereden yanımda duran Kris'in yansıması da görünebiliyordu. Kollarını göğsünde birleştirmişti ve o da dışarıyı izliyordu.
"Kris." dedim bir anda. Ne diyeceğimi düşünmeden konuşmak bende alışkanlık olmaya başlamıştı.
"Efendim?"
Dikkatimi başka yerlere çekmeye çalıştım; havuza baktım, şehri inceledim. Buna rağmen hiçbir şey fayda etmedi.
Derin bir nefes aldım. Sol elimle sağ elimin bileğini tuttum. "Biliyorsun, Çin'e geldik. Ailelerinizle görüşmenize izin vermiyorlar mı?"
Uzaklaştı. Penceredeki yansımasını göremiyordum. "Sence bu seni alakadar eder mi?"
Etmezdi ancak onun bana bu şekilde cevap vermesine hak da vermezdi.
Kaşlarımı çattım ve ona döndüm. "Sadece düzgün bir cevap istiyorum. Çok bir şey değil."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Queen
FanfictionSeni sevmek istemiyorum. Cinsiyetim hakkında yalan söylemek istemiyorum. Yanında bir stajyerden, bir ahbaptan daha fazlası olmak istiyorum. Kalbinin kraliçesi olmak istiyorum. Peki sen benden gözlerini bile esirgerken nasıl yapabilirim bunu? Gözleri...