23. Bölüm

15.5K 993 274
                                    


Birlikte arabadan inen çift, birkaç adımın ardından yan yana gelerek el ele tutuşmuşlardı. Bu bile Beren' e bir şeylerin yolunda gittiğini gösteriyordu.

Vardıkları yer, küçük bir restoran olsa da, son derece şık dekor edilmişti. Müşteri sayısı az görülse de, fiyatları son derece yüksek olduğundan, restoran sahiplerinin yeterince kazanç elde etmesini sağlıyordu.

Aralayıp içeri ilk adımını atan Ares, elini tuttuğu sevgilisinin ve kapıdan kolayca geçmesine müsaade etti.

"Hangi masaya oturmak istersin?" çoğunluğu boş olan masalarda gözlerini gezdirdi Beren. Genelde tercih ettiği gibi cam kenarı olan bir masayı, birleşmiş olan ellerinin parmakları ile işaret etti.

Onu başı ile onaylayan Ares, adımlarını masaya doğru ilerlediğinde, Beren 'de onu takip etmişti. Masaya karşılıklı yerleşmiş olan çift, bir garsonun gelip, onlar ile ilgilenmesini bekledi.

Ares gözlerini Beren' den ayırmadan onu izliyordu. Moralin nasıl olduğunu anlamaya çalışan Ares, onun yemek için iyi bir modda olmasını istiyordu.

"Beren" gelen gür erkek sesi ile çift, aynı anda başını sesin geldiği yöne çevirdi. Karşılaştıkları garson kıyafetleri için de, hoş görüntüsü ile buraya genç kızların devamlı uğradıkları bir her haline getiren, genç bir adamdı.

"Erdem" adamın sesleniş ile şaşıran Ares, sevgilisinin karşılığına daha çok şaşırmıştı.

"Gerçekten sensin, önce benzetiyorum sandım" yanlarına ulaşan genç adam, Hiç beklemeden sevgilisine eğilip yanaklarından öperken, gözleri yuvalarından çıkacaktı Ares'in.

"Beren" dişlerinin arasından söylerken, bir açıklama için fırsat vermeye ve bu herifi dönmeden önce kim olduğunu öğrenmek için bekliyordu Ares.

"Şey sizi tanıştırayım, beni-"

"Nişanlısıyım, sen kimsin?" Beren'in konuşmasına fırsat vermeyen Ares, öyle bir ifade ile karşısındaki adamın gözlerine bakıyordu ki; ruhunu gelmek istiyordu adeta.

"Beren ile uzun yıllar birlikte çalıştık. Seni gördüğüme çok mutlu oldum Beren" masada oturup olanları izleyen Beren, bu eski dostum neden böyle bir anda ortaya çıktığını sorguluyordu.

Ares iletam normale dönmüşlerken, şimdi yine bir tartışma çıkacağı aşikardı.

"Devraldığını restoranda, orayı Hakan Bey işletiyorken; bir süre birlikte çalıştık" başlarında dikilen bu adamdan,Beren'in de rahatsız olduğunu, görebiliyordu Ares.

Zira Beren'in yüzünün beyaza döndüğüne şahitlik ediyordu. Durum sadece bu dikilen garsonu yumruklamak ile ilgiliydi.

"Nasılsın Beren? Görüşmeyeli Uzun zaman oldu" aynı restoranda çalışırken, iş dışında bir kez olsun görüşmediği bu adamın, anlamsız samimiyeti daha da zorluyordu Beren'i. Kaçamak bakışlar ile yüzüne baktığı sevgilisi, yanındaki bu adamı her an, öldürebilirmiş gibi bakıyordu zira.

"Sipariş vermek için başka bir garson mu çağırmalıyız?" öfkeli ruh halinin yanında, ses sonu düz olarak ulaşıyordu kulaklara. Masa üzerinde yumruk şeklini alan her iki eli de, adamın yüzüne inmek için tetikte bekler gibiydi.

"Arkadaşım olan nişanlınız ile sohbet ediyorum beyefendi. Nezaket gereği biraz daha beklerseniz" öfkesi taşıyan Ares, daha fazla sakin kalamadı.

" Ne diyorsun lan sen?" adamın iki yakasını kavrayan Ares, onu öldürmek için saniye sayıyordu.

"Ares, yapma. Bırak lütfen" Erdem'in iki yakasını kavrayan sevgilisinin elleri üzerine koydu Beren, ellerini. Gözleri öylece sevgilisine bakıyordu. İçeride bulunan birkaç müşteri kınayan ve şaşkın gözler ile onları izlerken, mutfak kapısından koşarak yanlarına ulaşan birkaç garson daha vardı.

"Beyefendi sakin olun, lütfen. Hatası varsa özümüzü kabul edin" daha üst rütbeli olan çalışan, olayı yatıştırmaya gayret ederek konuştu. Adamın yakasını hırsla bıraktı Ares.

" Ne özrü ya, medeniyet dışı kalmış adam; Kıskançlık krizine girdi" susmamak için direnen bu adam, son damla ile bir göl oluşturup, Ares ten sağlam bir yumruk yedi.

"Sakın bir daha karşıma çıkma, yoksa vay haline!" Beren'in elini kavrayan Ares, hızlı adımlar ile kapıya ulaştı. Nefes almaktan korkar gibiydi Beren.

Aresi koca bir öfkenin ele geçirdiğini biliyor ve onun sakinleşmesini müsaade ediyordu.

"Sen arabaya geç, ben geliyorum" sevgilisinin dediğini yaptığı sıra tekrar restorana girecek korkan Beren, arabaya yerleştiği sıra onun farklı bir yöne gittiğini gördü.

Dokunsalar ağlayacak durumdaydı Beren, az önce yaşanan kaosun parçalarını bedeninde taşırken, hala üzerinden atmaya çalışıyordu.

Ares'in nereye gittiğini deli gibi merak ediyordu. Onun gittiği yönden gözlerini bir an olsun ayırmadan izliyor ve sevgilisini bir an evvel gelmesini umuyordu.

Bugünün ne kadar lanet bir gün olduğunu düşünüyordu o an. Güneş yüzünü tekrar gösterinceye kadar ise daha neler neler yaşayacaklardı halbuki.

Beklemenin ardından Ares tekrar arabaya bindiğinde elindeki poşeti sevgilisinin dizlerine bıraktı. Gözleri poşete kayan Beren, bunun bir pastane poşeti olduğunu gördü. Arabayı tekrar çalıştıran Ares süratına dikkat etmeden ilerliyordu.

"İçinde ıslak mendil de var" söylediği şeyin neden olduğunu anlayamadığı için öylece onun, yandan görüşüne bakıp onaylar gibi ses çıkardı Beren.

"Hadi silsene o zaman" Ares'in kızgın ve sabırsız sesi kulaklarına ulaştı Beren'in.

"Neyi?"

"Yanaklarını Beren, o it; yaklaştı ya sana" sözleri nedensizce Beren'in yüzünde gülümsemeye sebep olmuştu.

Ne güzel kıskanmaktı bu böyle. Dediğini dinleyin poşeti açtığı sıra arabaya dağılan simidin kokusunu içine çekti Beren. Şimdi açlığı hissediyordu.

Poşetin içinden pastanenin adının yazılı olduğu, tek kullanımlık ıslak mendili kağıdını yırtarak, ellerinin arasına aldı. Omuzları sarsılarak gülerken, yanaklarını silmeye başladı. Onca olayın içinde yaşadıkları böyle bir an da, onu memnun etmeye yetiyordu.

"Hadi simidi de, ye. Açlık hissetmiyor musun sen?" yoldan gözlerini ayırmadan konuşan Ares' i başı ile onaylayıp, poşetin içinden simidi çıkardı. Ellerinin arasında tuttuğu buram buram kokan bu simidin sayesinde açlığı dahada hissediyordu.

"Önce sen" sevgilisinin dudaklarına yaklaştırdı simidi onun ısırmasını bekledi Beren. Onun da, kahvaltıda yediği birkaç lokma ile durduğunu biliyordu.

"Sen ye, canım istemiyor"

"Sen yemezsen, ben de yemem. İnan bana şu an karnım açlıktan zil çalıyor olsa bile hem de" gözlerini kapayıp onun yaptığı bu oyuna sabır göstermeyi denedi Ares. El mahkummuş gibi güzel sevgilisinin uzattığı simitten, bir ısırık aldı ve bu simit bitene kadar ikisi arasında, devam edip durdu. Küçük çocuklar gibi bir o ısırdı, bir o.

_

Tüm bunların yaşandığı zaman içerisinde, kızlar Brisa ile Ahmet Bey'in kliniğine gidip, Brisa'nın kadın doğum uzmanına muayene olmasını sağlamıştı.

Doktor onlara ne söyledi ise ellerinden geldiği kadarıyla, Brisa' ya anlatmaya çalıştılar. Onun anlayabildiği tek şey; iki bebeğinin de sağlığının yerinde olmasıydı.

Bununla idare eden kızlar, akşam Akın'a doktorun söylediklerini anlatıp, onun da Brisa' ya aktarmasını beklediler.

Egemen ve Mert'in olduğu arabaya binen, Can ve Cenk'in ardından araba şirkete ulaşmıştı. Can ve Cenk, eve ulaştıklarında Egemen ve Mert'in de mesaisi dolmuş, onlar da artık eve ulaşmışlardı.

Anıl ise Akın'ı takip edip, onun bir otele girdiğini gördü. Şimdilik onu sessizce takip etmek isteyen Anıl, onun otelden ayrılmasını bekledi.

Ancak şirket çalışanlarından birinin onu arayıp, şantiyede çıkan sorun ile ilgilenmesini gerektiğinin bilgisini vermişti. O sıra uzun süre beklediği adam hala otelden çıkmamıştı.

Fakat oradan ayrılıp, dedikleri gibi şantiyeye ulaşmak için yola çıktı. Elbette ki bu durum, Akın Karal'ın; bu otel ile olan bağlantısını, adamlarından araştırmalarını istemesine engel olmayacaktı.

_

Güneş gökyüzündeki yerini artık aya bıraktığında tüm bireyler yavaş yavaş malikaneye toplanıyordu. Buna şantiyede işi biten Anıl' da, dahildi tabii.

"Ares'in bize gösterdiği soğuk tavrın farkında olan, tek ben miyim?" oyun odasında toplanan erkekler, Anıl'ın dönüşünün ardından, onun neler gördüğünü, takibinin nasıl gittiğini sormak istemişlerdi.

Anıl ise onlara; otele girip, oradan uzun süre çıkmadığını, daha sonra gelen telefonun ardından şantiyeye gitmek zorunda kaldığını söylemişti.

Cenk' in sorusu ile her biri Ares'in son zamanlardaki halini düşündü.

" Egemen ve ben hariç size soğuk kardeşim" Can' ın yanıtı ile öfke ile ona döndü Anıl.

"Ne öyle bakıyorsun? Adamı kışkırtan sizlersiniz" pek de umursamıyormuş gibi cümlelerini sıralansa da, aslında bundan çok daha farklı düşünüyordu. Hatta kardeşleri de kızıyor ve onun üzerine gidiyorlar hissiyle doluyordu.

"Olaydan sonra ara seninle konuştu mu?" Egemen'in, Mert'e dönen gözleri ile sorunun muhatabı belliydi. Tüm gözler ikisine dönmüş ve Mert'in yanıtını bekliyorlardı.

"Hayır, ama göz göze geldiğimizde kızgın bakışları fark edilemeyecek gibi değil"

"Sabah ileri gittim, öyle konuşmamalıydım. Hepinizden çok bana kızdı, biliyorum. Bu sefer kesinlikle affetmeyecek beni" Anıl'ın sesi bir çocuğun mızmızlanmasını andırıyordu.

"Hele ben, Benden öyle bir şey duymayı beklememiştir. Kesin hayal kırıklığı yaşadı. Adam küçük kardeşine bana böylesi yapıyordu bana. O günler bitti artık sanırım" oyun odasındaki koltuklara oturan kardeşler, teker teker, dile getiriyorlardı düşüncelerini.

Haklılardı, Ares onlara kesinlikle kırılmıştı. Malikanede duyulan zil sesinin ardından salonda olan kızlar ile aynı anda, onlarda oyun odasından ayaklandı.

Cenk odadan çıktığında Çağla'dan önce kapıya ulaşmış ve gelen Ares ve Beren çiftine kapıyı açmıştı.

"Hoş geldiniz" Ares'in yüzüne bakarak söylerken, yanıtlaması için hevesle bekliyordu.

"Hoş bulduk" ancak onu yanıtlayan Beren 'di ve Ares onu sadece başı ile onaylamıştı. Gerçek ile bir kez daha yüzleşti Cenk, bir aptallık yapıp, bunun sonuçları ile bir kez daha yüz yüze geldi.

"Ares" kapıdan içeri giren çift, Selin'in seslenmesi ile ona döndü.

"Doktora gittik. Bize birçok şey söyledi ama biz Brisa ile doğru bir şekilde iletişim kuramadık. Akın gelip, doktorun sözlerini oda söylememiz konusunda bize yardımcı olsun"

Onun sözlerini pürdikkat dinleyen Ares, dinledikten sonra alnı kırıştı. Sözleri anlayamadığından, Selin'in yüzünde garip bir ifade ile baktı.

"Akın zaten sizinle, değil miydi?" erkekler oyun odasından çıkıp antreye ulaştığında, Brisa' da eşinin geldiğini düşünüp, diğer kızlar ile birlikte kapıya ulaşmıştı.

"Hayır, en son sabah sizi de çıkarken, gördük" sakin olmayı dileyen Ares, göz kapaklarını birkaç saniye aşağı indirerek, sakinliğini devam ettirmeye zorluyordu.

Elini ceketinin iç cebine attığında, onu izleyen tüm gözleri aldırmadan, kapının dışına çıktı tekrar. Rehberinden Akın'ın adını bulup, arabayı başlattığı sıra kulağına götürdü.

Kar yağışı hiç durmamış ve diğer günleri nazaran,bugün daha keskin bir soğuk vardı. Sakinleşmek için nefeslerin ardından, havaya karışan beyaz buharı gözleri ile görebiliyordu.

Kayıttan gelen 'Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor' sesi uzun uzadıya dinlemek istemeyen Ares, telefonu kulağından ayırdı. Bu kez rehberindeki farklı bir ismi bulup, onun aramayı yanıtlamasını bekledi.

"Buyurun efendim" adam kısa zamanda açtığında, arabasının içinde gözleri uzun süredir aynı noktaya sabitti.

"Akın, nerede?"

"Bir otelden çıkıp, bir tepeye geldi efendim. Birkaç şişe içkinin ardından şimdi öylece oturuyor. Ve şey efendim" çekince ile nasıl söyleyeceğini toparladı adam aklında.

"Söyle" emri duyan adamın, başka çaresi yoktu.

"Akın Bey, fazla hırpalanmış görünüyor" elleri öfke ile saçları arasına karıştı Ares'in. Dişleri sıkmaktan artık diş etlerinin ağrıdığını hissediyor ancak gram umursamıyordu.

"Yanına git. Yoldan geçen biri gibi yardım et. Doktora falan götür. Malikaneye gelirken sakın aptal gibi direk gelme, yolu onun tarif etmesini iste. Unutma sen yoldan geçen birisin ve ona yardım etmek istiyorsun"

"Emredersiniz efendim" telefonu kapattığında karanlık gökyüzünde çevirdi gözlerini Ares. Bu lanet gecede onların daha değil beklediğini soruyordu yıldızlara. Ancak parıldayıp öylece yüzüne baktılar onun.

İnsanoğlu birbirinin derdini yanmazken, kainatın mücevherleri olan yıldızlar neden insanoğlunun derdine yansın? İçeride tekrar girdiğinde, tüm gözlerde merakla döndü ona.

"Kısa sürede burada olur" sesinin tonu dahi bir şeylerin yolunda olmadığını anlatıyordu karşısındakilere. Ancak Ares zaten şu an hiç iyi durumda değilken, yapabileceği pek de bir şey yoktu.

Salona dönen tüm bireyler arasında, Brisa, odasına gitmek istemişti. Duymadığı, anlamadığı bu insanlar arasında olmak istemiyordu.

Akıttığı gözyaşlarının sebebini açıklayan olmayacak ve onlar sadece düşen damlaları görecekti. O biliyordu, eşinin nerede olabileceğini, ya da neden geç kaldığını.

İspanya'da birçok kez yaşadıkları bir durumdur bu. Cüneyt Karal'ı kızdırmış olan Akın, bir dolu dayak yeyip, Alp 'in çalıştığı barda sarhoş olana kadar içerdi.

Brisa çok kez bu olayın içinde olduğundan, yine böyle bir durum olduğunu düşünüyordu. Uzandığı yatakta sessizce, karnının üzerindeyken; döküyordu gözyaşlarını.

Ancak Ares haklıydı. Bu gece lanetli bir geceydi, bu malikanenin çatısı altında yaşayanlar için. Akın'ın, Ares'in içmesi için yanında getirdiği ilaç, Brisa'nın hemen yeni başındaki, komodinin çekmecesindeydi.

Ve Cüneyt Karal dediğini yapmış, birilerini ayarlayıp; Ali Özyurt' un artık sadece bir ceset haline gelmesini sağlamıştı.

_

Görevli dört büyük meleklerden biri de, İsrafil 'dir. Görevi kıyametin habercisi olarak üç kez sura üflemek. Birincisi; korku içindir.

Artık o günün geldiğini anlayan insanoğlu, büyük bir telaş ve korku ile dolar. İkincisi; ölüm içindir.

Kainatın yaratıcısı hariç hiçbir canlı kaçamaz, bu sondan. Üçüncüsü; diriliş içindir. Tüm canlılar artık hesaba çekilmek için yeniden dirilirler.

Birinci kez sura üfleneli birkaç saat olmuştu. Buradan dolup taşan Cüneyt Karal, başka bir korku ile çare aramaya koymuştu.

Şu anda, salonda sessizlik içinde bekleyen aile bireyleri ise ikinci kez sura üflendiğine; Timur Özyurt' un tabancasından çıkan birkaç kurşun sesi ile haberdar olmuştu.

Sesi duyan aile bireyleri korku ve telaşlı ayaklandı. Ares'in gözlerini de kapladı, düşmanları kapıya kadar dayanmıştı. Düşmanları ile aralarında olan tek engel malikanenin dayanıksız kapısıydı.

Elini beline atan Ares, eline gelen boşluk ile gözlerini kapayıp sinirini dizginlemeye çalıştı. Silah arabada kalmıştı ve evlerinde, koltuklara böyle sere serpe oturan kardeşlerinin de, üzerinde silah taşımadığını bilir gibiydi.

Birkaç kez daha duyulan silah sesi ile aralarındaki, anlamsız sessizlikte bozulmuştu.

"Buradan ayrılmayın" kızlara hitaben söylediği sıra, işaret parmağını da tehdit edercesine sallamaktan, geri durmadı. Zira salon kapısının eşiğinden ayrılan kim olursa olsun, büyük bir sorun olacaktı.

Elinde silah ile kapıya dayanan biri varken, Ares elbette dikkatli davranmak zorundaydı. Kardeşlerinde gözlerini gezdirdiği sıra onların yüzlerindeki korkuya lanet etti Ares.

"Çık dışarı Ares Karal" konuşan kişi, sesinin arşa ulaşmasına çabalar gibiydi. Kapıya doğru adım atan Ares'in kolunu yakaladı Beren.

"Ares gitme lütfen, dışarı çıkma" gözlerinin dolduğunu gördüğünde, bitmeyen bugüne daha ne kadar dayanabileceklerini sorguladı.

Ares iri elleriyle sevgilisinin yüzünü avuçları arasına aldı. Beren kadar korkuyordu Ares. Dudakları ile örtü sevgilisinin dudaklarını. Oksijen maskesini ihtiyaç duyan bir hasta gibi ayrılmak, yenilen nefessiz kalmak istemedi.

"Ares Karal" kapının önünde olan düşmanın sesini duyan çift, yavaşça ayrılıp, anıları birleşik kaldı.

"Akhilleus' da, Hektor' u böyle surların dışına çağırmıştı. Sonunda ise babasının gözlerinin içine bakarak Akhilleus, Hektor 'un ölü bedenini at bağlayarak çadırına götürdü" konuşurken dışarı çıkan sıcak nefesi, ciğerlerine doldurdu Ares.

Şifa ile dolu içi, dışarıda bir düşman vardı. Ya ölüm bu kadar yakınsa...

"Unutma güzelim, Akhilleus olan benim. Geleceğim geri" bir kez daha birleştirdi dudaklarını ve ardından geri çekildi.

Her adımını sertçe atan Ares, sanki kapıya ulaşmak için acele eder gibiydi. Kapıyı araladığında kardeşlerinin de, tam arkasında olduğunu biliyordu.

Kapının önüne ulaştığında, üzerindeki ince bir gömlek ile soğuğun bedenine yaptığı etkiyi zerre umursamadı. Timur, karşısında duran adamın yüzüne baktığında, onun bir insan yüzünden daha çok taştan duvar hissine kapıldı.

Kardeşleri ile kapının önüne ulaşan Ares, karşısındaki düşmanın gözlerinin içine bakıp, iki kolunu yana açtı.

"Ne istiyorsun?" merakla söylenen, ya da cevabı öğrenilmesi gereken bir soruymuş gibi çıkmamıştı kelimeler ağzından.

"İstemeye değil, vermeye geldim" Ares onun yüzünde iğrendirici bir gülüş gördü. Akli dengesini yitirmek üzere olan biri gibi öyle bir deli gülüştü.

"Acıyı, bedeninin her santimine vereceğim Ares Karal. Bedenin içinde at koşturacak, o acı ve sen onu asla unutmayacaksın" Ares her ne kadar bu delici soğuğu hissetmiyorsa, Timur Özyurt' un, dudaklarından dökülen bu sözlerde, o kadar hiçliktir onun için.

"Sen söyle, önce hangisinden başlayayım" beline taktığı silahını çıkarıp, Ares'in kardeşlerinin üzerine tuttu Timur. Gözü dönmüş olan bu genç kalbinde büyük bir sızı ile buraya gelmişti.

"Ya da ilk olarak bunlardan mı, başlayayım?" silah tutan eli hedefine değiştirip, yan tarafı işaret ettiğinde, Ares ile diğerlerinin de gözleri, o tarafa kaydı.

İçlerinde Levent'in de olduğu, Ares'in önemli işlerini yapan birçok çalışanı, dizlerinin üzerindeydi. Yüzlerinde birçok hasar varken, elleri arkadan bağlanmıştı.

Gözleri irice açılan Ares, yeni bir silah sesi duydu. Dizlerinin üzerinde, sıraya dizilen adamlardan birinin, yerle buluşan bedenini gördü.

Etrafında Timur'un emri altında çalışan onca adam varken, kardeşleri ile öylece karşısında durduğu bu adamın icabına nasıl bakabileceği ne düşünüyordu.

Karanlığı bahçe aydınlatması delip, karşısındaki adamın ifadesini gözler önüne serdiğinde, onun kararlılığından korktu Ares. Başka bir silah sesi ve yere yığılan başka bir beden.

Daha fazla sakin kalamadı Ares. Hızlı adımları ile tüm bu eli silahlı adamlara meydan okur gibiydi ifadesi. Yüzündeki o iğrendirici gülüşün sahibi olan, Timur'un yakasına yapıştı.

"Ne diye geldin, lan buraya?" kararan gözleri ile sıkı sıkıya avuçlarının arasında ezdi, Timur'un yakalarını. Silah tutan eli ile birlikte kolları iki yanında sarkıttı genç adamın.

Kuzeninin ve baba yadigarı dediği amcasının katilinin, gözlerine bakıyor olmasının, ağırlığı altında ezildi. Onun gözbebeklerine inen şahit olduğu Ares, deli gibi bakan gözleri artık yok olmuştu. Derin nefesler aldığını fark etti.

"Benden kardeşim dediğim adamı aldın Ares Karal. Şimdi de baba yadigarı dediğim amcamı aldın" anlamayan gözleri, onun yüzünde gezdi. Onun söylediklerinin ne anlama geldiğini bulmaya çalıştı.

"Ona yaptığın işkencenin aynısını yaşatacağım. Sadece sana değil, bu çatı altında yaşayan herkese hem de" öfke ile yumruğunu karşısındaki adamın yüzüne indirdi Ares. Yakasını bıraktığı adam gelen yumruk ile geri adım attı.

Daha da öfkelendi Timur, hüznünün yerine yeniden o deli öfke almıştı. Silah tutan eli ile vurdu Ares' e, denk gelen dudağında belirli bir sızı hissetti. Daha sonra ise sıcak sıvının aşağı doğru tenine değdiği yerin gıdıklanmasından anladı.

"Amcanı ben öldürmedim" aşağı sızan kanını elinin tersi ile silip, yüzünü lekelediğinde, söylerken sesi son derece katıydı. Kardeşleri ise böyle bir günün geleceğini bilir gibi onlara silah doğrultmuş, Timur ile gelen adamlara kafa tutuyorlardı. Silahlı adamlara ellerinde silah olmadan hem de.

"Bunu onun yanına, not kağıdı bıraktıktan sonra mı söylüyorsun?" beline taktığı silahın ardından iki eli ile Ares'in yakasını kavrayan bu kez Timur 'du. Onun dudağından sızan birkaç kan damlasını eline bulaşmasını umursayacak durumda değildi.

Kardeşler alınlarına dayanmış, silah namlusunu umursamadan, öfkeli gözler ile karşısındaki adamların, gözlerine bakıyorlardı. Yapabilecekleri daha iyi bir seçenekleri yoktu.

Zira hayatlarını riske atmaktan daha çok saçma bir hareket yapmakta istemiyorlardı. Anlayamadığı sözleri dinleyen Ares, oyunun ortasında kaldıklarını düşünmeye başladı.

Şu an tek yapabildiği; birbirini kovalayan, Timur ile attığı yumruklardı. Yapmadığını söylediğinde, daha sert atılan yumruklardan dikkatle kaçırmaya çalıştı.

Denk gelen yerlerin ise hayli hasar aldığını hissedebiliyordu. Neden ve ne için diyerek kaç dakika sürdü bilinmezdi. Ancak onları durdurabilen şey uzaklardan gelen;

"Durun!" sözü olmuştu. Topallayan bacağı ve pansuman edilmiş yüzü ile onlara yaklaşan Akın'ı gördüler.

Doktordan çıkan Akın'ın, Ares'in göndermiş olduğunu bilmeden, ona yardım eden bu adama, malikanenin yolunu tarif ettiğinde; karşılaştığı bu manzara onu yerle bir etmek ister gibiydi.

Ağrıyan sadece zorladığı bacağı değildi, tüm bedeni acılar lakaplı olsa da, abisini haksız yere hırpalayan Timur'u durdurmak için adımları aceleciydi.

Birinin yakasına yapışıp burun buruna gelen, iki düşmana yaklaşırken, etrafa göz attığında sızı ta kalbine kadar ulaştı. Cüneyt Karal, tüm bu olanların sebebi iken, istediği bu şeyi kolayca elde etmişti.

Dizlerinin üzerinde bağlı olan birkaç adam, alınlarına namlu dayalı Ares'in kardeşleri ve öldürmek için Ares Karal' ın yakasına yapışan Timur...

Cüneyt Karal planlıyor ve dünya ona yardım ediyordu. Yanlarına ulaştığında adamların yüzüne korku ile bakarken, abisinin yakasını kurtarmak için Timur'un, kolunu tuttu Akın.

"Bırak onu, yanılıyorsun Timur" gözleri ona dönen Timur, önce onun yüzünün haline baktı. Bu kez de mi Cüneyt Karal bu hale getirmişti onu diye geçti aklından.

"Adam amcamı öldürüp, not kağıdı bırakmış. Ne yanılması?" gözleri doldu Akın'ın, Alp haklıydı. Her şeyi Ares' e anlatmalıydı. Cüneyt Karal'ın neyini korumaya devam ediyordu ki?

"O değildi, diyorum sana" Ares yakasını bırakmadı Timur ile Akın'ın konuşmalarını Sessizce dinliyordu. Anlamaya çalışmadan ve sorgulamadan.

"Kim, bu heriften başka amcamın düşmanı kim olabilir?" yüksek sesi bahçeyi doldururken, hırsla bıraktı Ares'in yakasını ve Ares' de onun hareketlerini takip etti.

" Cüneyt Karal yaptı. Seni tam anlamı ile bu hale getirmek için" Timur yalan söylüyor dedi içinden. Bunu yapmayacağını biliyordu. Zira Akın, kendi ağzı ile Ares'in yanında, Cüneyt ile bağlantı kurduğunu dile getirmişti.

"Cüneyt Karal" öfkesi gözle görünseydi eğer bir ejderhanın ağzından çıkan, güçlü alevlere benzerdi Timur'un. Canını yakan ise saf gibi Cüneyt Karal' a bel bağlayan amcasıydı.

Onlara düşman olan Ares Karal değil, tarafta olduğunu düşündüğü, ortaklık için elini sıktığı, Cüneyt Karal yok etmişti amcasını.

"İnkar et Akın, yalan de" gözlerinden akan yaş, yorgunlukla ile süzülüyordu yanaklarından. Gücü yok oluyordu sanki.

"Eşimin karnında taşıdığı, bebeğimin üzerine yemin ederim ki, o yaptı" sanki ilk kez duyuyor gibi yıkıldı o an Timur. Omuzlarına kaç bin tuğla yüklenmişti. Düşen omuzları yere değmek üzereydi.

Hırsla arkasını dönen Timur, yürümeye başladığında, bahçeye dolduran her adamı da, silahlarını indirip onu takip etti. Herkes o an, olduğu yerde, gelen bu düşmanın arabasına binip, gözden kaybolmasını izledi.

Anıl daha fazla dayanamadığın da, bedenini ele geçiren o öfke ve duyduğu hazmedemediği o sözleri ile birlikte, bu kez Anıl, Akın'ın yakasına yapıştı.

"Sen nereden biliyorsun lan, tüm bunları?" ile yakasına yapıştı adamın geriye birkaç adım atmasını sağladı.

" Timur denen bu herif ile tanışıklığım nereden geliyor. Cüneyt Karal'ın böyle bir plan yaptığını nereden biliyorsun?" hırsla bedenini sarstığı bedeni, orada parçalara ayırmak istedi Anıl. Bu düşüncesinde yanınızda sayılmazdı, kardeşler de onunla aynı öfkeyi paylaşıyordu.

"Söyle lan bana, gerçekten kimsin sen, neden geldin bu eve?" her biri tahmin ediyorsa da, önce itiraf bekliyorlardı. Bitti diyordu Akın içinden, söyleyecek ve Ares' den önce, bu yakalarını kavrayan bu adam şuracıkta canını alacaktı.

" Çünkü o da Cüneyt Karal'ın başka bir piyonu" Ares'in ağzından dökülen bu birkaç söz ile birlikte İsrafil, üçüncü ve son kez sura üfledi.

Artık her şey tüm çıplaklığı ile göz önünde iken, bunun için hesap verme vaktiydi. Hesaba artık layık olduğu hayata sonsuza kadar yollanır.

Akın bedenindeki, tek bir kanın dahi bedeninden çekildiğini hissetti. Genzini ve boğazını yakan bir acılık ile kavruluyordu sanki.

Onun Azrail'i olacak abisini buldu gözleri. Ares Karal onu şimdi şuracıkta, beş kardeşi ile paramparça edecekti. Ölüme bu kadar yakın olduğunu, o içki şişelerini teker teker midesine gönderdiği; o tepelik de dahi hissetmemişti.

"Ne?" Anıl' s eşlik eden birçok kardeşinin daha sesini duydu, Ares. Herkes olduğu yerde kalırken, Ares'in sözlerini hazmetmeye çalışıyordu.

Kendine gelen ilk kişi Anıl olmuştu. Yakası hala avuçlarının arasında olan bu adama, öfkeden gözü dönmüş bir ifade ile baktı.

"Ben seni şim-" sessiz gece de Anıl'ın sözleri duyulurken, bir çığlık koptu malikane kapısının ardından. Kızlardan birine ait olan bu ses ile her bir erkeğe elektrik verilmişcesine, çığlığın sebebini sorgulatıp, hızla içeri atılmasına sebep oldu.

"Brisa" içeri giren erkekler, merdivenlerin yukarıya yakın basamaklarında, olan Selin ve İdil' e gördüler. Topallayan bacağına aldırmadan ileri atıldı Akın. Onların ne söylediğini dinlemesine gerek yoktu, eşini görmeliydi.

"Brisa baygın ve kanaması var" içinden bir şeyler koptu o an, sanki Akın'ın. Bir kadının kanaması neden olurdu? Bunun anlamı neydi?

Kızların telaşlı seslerinin ardından tüm erkekler can havli ile merdivenleri açmaya odaklandı. Korku göz ile görülüyordu sanki. Kimse tek kelime etmiyordu ancak herkesin korkusu aynıydı.

Nihayet Akın da, eşi ile paylaştığı olaya ulaştığında, eşini gördü gözleri. Yatağın yakınlarında, yerde öyle boylu boyunca yatıyordu eşi.

Kan lekesi, eziyet eder gibi ortadaydı. Bedenindeki tüm parçalar, teker teker koparılıyordu sanki. Kimin kanlıydı bu, eşinin mi, bebeğinin mi?

"Hastaneye, hemen hastaneye gitmesi gerek" Beril'in çığlığı andıran sesi daha daha telaşa düşürüyordu duyanları. Can bir hamle ile eğilip, yerde yatan genç kızı kucağına aldı.

Kendi acizliği ile boğuluyordu Akın. Şu an tek umudu; Ares Karal'ın ona uzattığı yardım eliydi. Düşmanım dediği adamlardan biri eşine kucağına alarak hastaneye yetiştiriyor ve kendinin izlemekten dahasına gücü yetmiyordu.

Çıkmak için hareketlenen Akın o an fark etti. Cüneyt Karal' ın, Ares'in içmesi için gönderdiği ilaç, kapağı açık halde öylece duruyordu. İlacın isminden tanımıştı, Akın onu.

Teker teker, odadan ayrılan erkeklerin yanı sıra bir Ares kalmıştı, arkasında. Ancak bunu fark edebilecek durumda değildi Akın.

Zorlanan birkaç adımının ardından komodinin yanına vardı. Komodinin çekmecesini açtığında ileri doğru yuvarlandı, elindeki ilaç şişesinin benzeri olan eşinin uyku ilacı.

Eşi kendi uyku ilacı yerine, Cüney Karal'ın verdiği o ilacı içmişti. Cüneyt Karal en çok kendi evlatlarının lanetiydi. En büyük acıları aynı geni paylaştığı, onun gençlik yıllarına benzeyen, oğullarına yaşatıyordu.

"İlacı yanına al, Doktor belki görmek ister" arkasından gelen ses ile ilgili erken, hızla arkasını dönüp, kendi gözlerine benzeyen abisinin gözleri ile denk geldi.

Usulca salladı başını. Eline aldığı ilaç ile birlikte odadan ayrılırken, yerin yarılıp, bedenini içine almasını diliyordu Akın.

Utanç, pişmanlık, korku ve ölümün nefesini hissederek attı, adımlarını. Kata ulaştığımda koridorda kızlarla karşılaştılar.

"Aman Allah'ım. Ares yüz-" Beren o silah seslerinin ardından ilk kez karşılaşıyor du sevgilisi ile. O an görmüştü; Timur'un sevgilisinin yüzünde açtığı birkaç yarayı.Yanına ulaşıp, kollarına sardı Beren sevgilisinin bedenine.

"Brisa' yı has-" kollarını gevşeten Beren, kararlı gözlerle baktı ona.

"Hayır, sen değil. Başkası gitsin. Pansumana ihtiyacın var Ares" hastanede de daha iyi bir pansumana sahip olacağını biliyordu Beren.

Ancak Ares orada, buna gerek görmediğinden sadece Brisa'nın kontrollerinin bitmesini bekleyecekti. Beren, bu yüzden yanında kalıp, ona pansumanı kendi elleriyle yapmak istedi.

"Güzelim, be-"

" Hayır dedim Ares, lütfen İtiraz etme" yorgun bedeni, sevgilisinin pek de haksız olmadığını söylüyordu ona. Onu başı ile onayladı Ares.

"Hemen dönerim" kısa bir süreliğine ayrıldıklarını ima eder gibi uzaklaşan sevgilisinin, ardından baktı Beren. Kapıdan ayrılan Ares, Can'ın arabasına doğru ilerledi.

Şoför koltuğuna Cenk yerleşmişti, Akın eşinin yanına arkaya otururken, Can ise düzgünce genç kızı koltuğa bırakıyordu. Ares, şoför koltuğunda oturan Cenk'in yanına gitti, büyük adımları ile.

"Doktor Ahmet'in kliniğine git. Orası daha dikkatli ilgilenecektir. Onları bırakıp eve geri gel, ben oraya birilerini yollayacağım"

Onun söylediklerini başa ile onaylayan Cenk, daha sonra ise arabayı çalıştırıp, hızla çıktı malikanenin bahçesinden. Gözleri bahçede gezinen bireyler, kendi adamlarının hala aynı yerde olduğunu gördü. Üstelik iki de ceset vardı burada.

"Anıl, Mert" başı ile işaret ettiği adamları gösterdi Ares onlara. Mesajı alan ikili adamalara doğru ilerleyip, onların ellerini çözmeye koyuldu.

"Ne yaptılar size?" sorunun muhatabı Levent'i. Bileklerini ovalayarak ayaklanan genç, efendisinin karşısında durdu.

"Hiçbir şey efendim. Sadece buraya getirdiler" yüzünde olan birkaç hasarı yok saymasını, umursamadı Ares.

"Kliniğe bir adam yolla. Bu cesetleri de-" yatan iki ölü bedeninde yüzüne baktı. Dünyanın düzenine sövdüğü içinden. Efendilik yaptığı bu adamları bile koruyamadığı için, onların ekmek parası kazanmak uğruna bulaştıkları bu işe, sövdü içinden.

"Siz usulünce halledin" düşüncelere dalan Ares' i, olduğu durumdan kurtarmak için, kendi araya girdi.

"Emredersiniz Egemen Bey" Ares, akşam üstü Beren'in şoförlerinden aldığı arabayı, işaret etti bu kez.

"Anahtarlar üzerinde" onu başı ile onaylayan Levent, efendisinin emrini yerine getirmek için işe koyulmuştu.

Malikaneye doğru ilerleyen adımları bir an tökezledi Ares'in. Yanında olan Egemen, refleks olarak kolunu kavradı onun.

"Ares, iyi misin?" Timur ile yaptığı kavgadan ötürü aldığı darbeler, bedenini pek de iyi bir durumda, bırakmamıştı.

Başını olumsuz anlamda sallayan Ares'in anında diğer koluna da Anıl girmiş ve beş erkek malikane kapısına ulaşmıştı.

Ares, Cenk'e geri gel demişti. Bu da demek oluyordu ki; olanlar hakkında konuşmak için Cenk'in gelmesini bekleyeceklerdi.

Bu konuda en sabırsız olan Anıl, Cenk'in gelmesini büyük bir tezcanlılıkla bekliyordu. Salona kadar eşlik ettikleri Ares'in, ikili koltuklardan birine oturmasını sağladılar.

Beren ise çoktan pansuman için gerekli şeyleri toplayıp, sevgilisinin gelmesini bekledi. Onun yanına oturan Beren, diğerleri onları izlerken, sevgilisinin yüzünü inceliyordu.

"Sorun yok güzelim, bu kadar endişelenme" kırmızı ilacı kaşının oralara götürdüğü sıra onun yüzünün aldığı ifadeden, onu biraz sakinleştirmek istedi Ares.

"Kan, gömleğin bile kan olmuş. Yüzünden başka yaran var mı?" gözlerinin doluyor oluşunu fark etti.

"Yüzümden akanlar leke yapmış sadece" yorgun sesini duyarak daha fazla üzerine gitmek istemedi Beren. Bugün ne çok şey yaşamışlardı öyle.

Bu geceye daha kaç acının sığacağını düşünüyordu. Kan izlerini temizleyip, pansuman tamamlandığında, o kadar da kötü bir görüntüsü kalmamıştı. Şimdi ise geriye Cenk'in gelip, Ares'in konuşmaya başlaması kalmıştı.

Yanında oturan sevgilisinin elini sıkı sıkı, tutuyordu Beren. Ya, kapıya gelen eli silahlı o adam, sevgilisine bir şey yapsaydı. Ya, Ares' i... Düşüncelerinde dahi ileri gidemiyordu Beren.

Onun durumunu fark eden Ares ise elinden bir şey gelmemesine yanıyordu. En başından Beren'i yüzlerce kez uyarmıştı, ancak bunları yaşayıp korkuyor olmasına, dayanmaya çalışıyordu Ares.

Elini sıkı sıkıya tutan, bu genç kız için ona güç bahşedilmesini diliyordu. Onunla beraber ayakta durup, savaşın sonunu sağlam görebilmek için dualar ediyordu.

Karanlığın Efendisi • NepentheHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin