"Gerçek hayat, minik değişiklikler meydana geldiğinde yaşanır."
-Tolstoy
~~~
"AMAN TANRIM! O DA NE ÖYLE?! EFENDİM HEMEN ARKAMA GEÇİN!"
Yüce pirinç kekleri adına, o da neydi öyle? Arkamı dönmemle yüzü de dahil her tarafı beyazlar içerisinde olan, Tanrı'nın dünyaya ibretlik olsun diye gönderdiği canavarlara benzeyen hayaletimsi bir varlık görmem bir oldu.
"Bu da ne böyle Soojang? Hanbok giymiş de her tarafına pirinç sıçramış bir kıza benziyor!"
"Daebah!"
"Aman Tanrım! Soojang o... o konuşabiliyor!"
"Tabii ki konuşabiliyorum seni bilge civciv."
"Bi..bilge ne?"
Ah ne diyordum ben? Soojang'ın arkasına geçerek köpeğe yakalanmış kedi gibi saklanmaya başlamıştım.
"Ö-özür dilerim. Bir şamanla böyle konuşmamalıydım. Affedin beni. Hata ettim, ben..."
"Neden bahsediyorsun sen?"
Soojang'ın arkasına biraz daha sinip güzel hanbokunu omuzlarından tutarak onu kendime karşı siper aldırmıştım ki Soojang'ın arkasını dönüp festivale geç kaldığımızı hatırlatmasıyla lanet şamanın korkusu bile uçup gitmişti. Annem dediğim gibi tatlı bir kadındı fakat ters tarafı da harbiden tersti.
"Eyvah festival!"
"Yüce pirinç kekleri adına bu kadar güzel bir kızdan nasıl öyle bir ses çıkıyor."
Soojang kaşlarını çatarak arkasını döndü ve ona seslenen şamana işaret parmağını doğrultup cesurca şamanın üzerine doğru yürüyerek konuşmaya başladı.
"Ya! Tamam, bana güzel demen yüreğimi okşadı fakat ben bir erkeğim." Daha sonra demin yaptığının aksine gerilemeye başladı. Sanırım bir şamana fazla yüklendiğini yeni yeni idrak etmiş ve saniyeler önce benim de yaptığım gibi geri vitese takıp taaa yanıma kadar gelmişti.
"Yüce şaman, bizim artık gitmemiz gerekiyor. Sizi görmek ne yüce bir onur. Sevgi ve saygılarımız, minnet ve dualarımız her zaman sizinle. İyi günler dileriz efendim."
Konuşmamı bitirdikten sonra şamanın gözlerinin içine bakmıştı. Tanrım cidden çok deliceydi.
Şimdi yapacağım hareket her zaman bana karşı yapılmıştı. O yüzden şuan bunu başka birine karşı yapmak bana çok garip geliyordu. Ama başka çarem yoktu. Yakışıklı suratım, kas yapmış vücudum ve kurnaz beynimle lanetlenmeden yaşayacağım daha çok hayatım vardı. Bu nedenle yaptım.
Evet o şamanın önünde eğilerek geri geri ilerlemeye başladım. Tam yeteri kadar uzaklaştığımı anlayıp beni taklit eden Soojang'la kaçacağım anda beyazlara bürünmüş şaman Soojang'ın yaptığı gibi işaret parmağını kaldırmış ve bağırmaya başlamıştı.
"Ya! Ya! YAAA! Siz beni ne sanıyorsunuz?"
İşaret parmağıyla ve yerde bıraktığı beyaz izlerle bize doğru yaklaşıyordu. Tanrım! Daha benim hayallerim vardı!
Birazdan tüm hayatımı mahvedeceğini bildiğim, bize lanet uygulayacak eli tam burnumun önünde, kendisi de benden en fazla 2 adım uzakta durduğunda istemsizce bağırmıştım.
"Lütfen daha önce hiç görmediğim ve duymadığım beyaz şaman, bize acı. Yemin ederim artık sarayın bilgeleriyle dalga geçmeyeceğiz. Kumaş parçalarıyla saçma elbiseler yapıp prenseslerin dolabındaki elbiselerle de değiştirmeyeceğiz. Babamın sağ kolu ve Soem Krallığı'nın başı olan Daldae amcayı da hayaletleri görüyor diye korkutmayacağız. Aslında son dediğimi belki ayda bir yapabiliriz. Çünkü cidden çok komik. Soojang beyaz bir elbise giyiyor ve Daldae amca bana 'sen de görüyor musun?' diye soruyor. Ve bende 'hayır' dediğimde gerçekten çok komik oluyor. Ayrıca..."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prince Of The Garden // Park Jimin
Novela JuvenilPark Jimin, Park Hanedanlığının 3. erkek güzeli prensidir. Haylazlıklarıyla geçirdiği hayatından ne şikayetçidir, ne de memnun. Park Jimin yine bir gün en kadim dostu, muhafız arkadaşıyla birlikte bildiğini okurken biriyle tanışır. Biriyle tanışır...