“Fakat mutluluk ve neşe insanı nasıl güzelleştiriyor! Yürek sevgiyle nasıl da kaynıyor! Sanki kendi yüreğini alıp bir başkasının yüreğine dökmek istiyorsun, herkesin neşelenmesini .. istiyorsun. Mutluluk nasıl da bulaşıcı!..”
-Dostoyevski
~~~
"Hazır mısın?"
Soo-jang gerçekten de giydiği mavi hanbok içerisinde çok güzel gözüküyordu. Zaten uzun ve yumuşacık saçları bile sarayda çalışan diğer kızların Soo-jang'ı kıskanması için bir sebepken şimdi tam olarak veliahta uygun bir eş adayı gibiydi.
İleride krala bir şey olursa yerine geçecek olan abim Veliaht Prens Park Oh Gong güzel, ailemize uygun ve kendisine gerçekten değer veren bir kız arıyordu. Tek sorun, Soo-jang bir erkekti ve benim abim bir erkekle eminim ki evlenmezdi.
Soo-jang, ben ve abim Ohgong, küçüklükten beri çok yakın üç arkadaştık. Abim -annelerimiz aynı olmasa da- bana kin gütmez ve her zaman beni korur kollardı. Zaten genelde bizim arkamızı toplayan kişi de o olurdu. Veliaht olmayı hakeden birisi varsa o kişi kesinlikle Ohgong'du. Biz hiç ayrılmayan üçlü yine bir aradaydık.
Soo-jang her zaman sarayda bir işe girmek isterdi. Zaten sevgisiyle muhteşem yemekler yapan saray aşçısı annesi ve her zaman izinden gittiği baş muhafız babası sayesinde sarayda büyümüştü. Kılıç tutmada ve savunma derslerinde de oldukça iyiydi.
Büyümeye başladığımızı fark ettiğimizde ve artık yapmamız gereken şeylere odaklanmamız gerektiği söylendiğinde aklıma gelen fikirle başta utansa da Soo-jang'ı ikna ederek onu muhafızım olarak yanıma almıştım böylece yine ayrılmamış olacaktık. Ona bir muhafızdan çok kardeşim gözüyle bakar ve şaka manasında prensliğimi gözüne sokarak takılırdım. O ise yaptığım şakanın devamını getirerek küçükken yaptığım rezillikleri suratıma vururdu.
"Evet efendim."
"Çok eğleneceğiz Soo-jang!"
Soo-jang sinsice gülümsedikten sonra yüzünü saklamak için kullandığı peçesini utanmış gibi yüzüne kapatarak ses tonunu inceltmiş ve "Ah! Ne diyorsunuz siz prensim?" diyerek odadan çıkmıştı.
Bense yaptığı kız taklidine gülerek biraz uzaklaşmasını beklemiş ve arkasından ilerlemeye başlamıştım.
Abim çeşit çeşit bitkilerin etrafını sardığı göletin başında durmuş yanında ona birşeyler anlatan saray görevlisini dinliyordu. Daha doğrusu dinliyormuş gibi yapıyordu. Ara sıra da kulağının orda olduğunu belirtir şekilde kafasını sallayıp ufak mırıltılar çıkarıyordu. Belliydi, aklı başka yerdeydi ve ben onun aklının nerede olduğunu çok iyi biliyordum.
Gözleri göletin karşı tarafında eğilmiş gülleri koklayan güzellikteydi. Kesinlikle yanındaki adamın anlattıklarını düşüneceğine o narin kişiliğin kim olduğunu kafasında tartmaya çalışıyordu. Bundan emindim çünkü adamın selam vererek eğilip oradan ayrılmasına rağmen hala kafasını sallayıp "Hmm, öyle yapalım..." gibi şeyler diyordu.Soo-jang kafasını kaldırıp veliahta bakmış ve onu görünce narinlikten kırılacakmış gibi eğilip selam vermişti. Ardından arkasını dönerek sarayın büyük bahçesine doğru ilerlemiş, Ohgong ise onu kaybetmek istemiyormuşcasına peşinden gitmeye başlamıştı.
Soo-jang saraydan yeteri kadar uzaklaştığını anladığında sarayın büyük bahçesinde bir ağacın arkasına saklanmış ve onun gelmesini beklemişti. Ohgong ise her yerde kaybettiği narin ve masum olduğu her halinden belli olan kızı arıyordu.
"Ah! O masum kızın kim olduğunu öğrenmeliyim."
Bir yandan söyleniyor bir yandan da etrafta onu arıyordu. Ta ki elbiseli güzelliğin büyük çınar ağacının arkasından çıkıp Ohgong'un üzerine atlamasına kadar sürmüştü bu.
Soo-jang, Ohgong'a bir koala gibi yapışmış ve ses tonunu saraydaki cariyeler gibi çıkararak ondan bir öpücük almaya çalışmıştı.
![](https://img.wattpad.com/cover/195974289-288-k449675.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prince Of The Garden // Park Jimin
Fiksi RemajaPark Jimin, Park Hanedanlığının 3. erkek güzeli prensidir. Haylazlıklarıyla geçirdiği hayatından ne şikayetçidir, ne de memnun. Park Jimin yine bir gün en kadim dostu, muhafız arkadaşıyla birlikte bildiğini okurken biriyle tanışır. Biriyle tanışır...