vingt-trois

469 42 31
                                    

Gülmekten yanağımın ağrıdığı birkaç saniyenin ardından, Luke'a silgi tozu attım. "Luke ciddiyim. Çevir şu cümleyi." Gerçekten de ciddiydim ama onun beni ciddiye almamasına hak veriyordum. Zira gülmekten kızarmıştım ve muhtemelen kızarmış yanaklarımla, kel kafalı uakarilere benziyordum. Ya da Umpa Lumpa'lara.

Ve, tanrım, Luke ise karışmış uzun saçları, hafif bir gülüşe ev sahipliği yapan dudaklarıyla pahalı bir dergi kataloğundan fırlamış gibiydi. Arada sırada başını koluna yaslıyor, bu sırada tişörtü geriliyordu ve bu tahmin edileceği üzere son derece dikkat dağıtıcıydı. Masamda duran lambanın sarımsı ışığı Luke'a da yansıyor, gözlerinin parlamasına neden oluyor, dikkati sıkıntıdan hafifçe kızarmış yanaklarına çekiyordu.

Luke tekrar dramatik bir şekilde ufka bakarak, "Oh ma douce souffrance," dedi ve bu benim için son damla oldu. Kahkaha ata ata, karnım ağrıyana kadar güldüm ve bu sırada kafamı masa lambama çarpmayı da ihmal etmedim.

Çok çalıştığımız için dersi bırakmazsak sabote edeceğini söylemişti, şimdi de sözünü tutuyor, ondan ne zaman bir şey istesem muhtemelen bildiği tek Fransızca şarkı olan Deniére Danse'ı söylüyordu. Aksanla. Bunun ne aksanı olduğunu bile bilmiyordum ve belki de gülmemem gerekirdi ama bu mümkün değildi işte.

Bir iki saniye kahkaha atmayı kesebilmek için kötü şeyler düşünmeye çalıştım ama Luke'un hala aynı pozisyonda olduğunu görmek kesinlikle ciddileşme ihtimalimi ortadan kaldırmıştı. "Tamam," dedim pes ederek. "Şu cümleyi çevir, sonra söz bırakacağım."

Luke taviz vermeden devam etti: "Pourquoi s'acharner tu r'commence..." Sıkı bir pazarlıkçıydı. Zihnim, tatlı bir pazarlıkçı, diye düzeltti. Tatlı ve çekici bir pazarlıkçı.

Evet, ders çalışırken bir şeylere dikkatini vermesini kesinlikle çok tatlı buluyordum. Dikkatini vermemesi de tatlıydı.

Tamam, zihnimi başka şeylerle meşgul etmeliydim.

"Lanet olsun, sen kazandın." Tekrar gülme krizine girmeden önce elimle durmasını işaret ettim. "Dur artık, ma douce souffrance."

Luke, "Hey hey hey," dedi ne söylediğimi fark edip. "Bir saniye şarkının anlamını bilmiyorum, bana ne dedin?" Yüzündeki muzip ifadeye bakılırsa birkaç fikri vardı.

Gözlerinde dolaşan o oyunbaz ışıltıları görmezden geldim ve söylememeyi tercih ettim, kıvranması hoşuma gidiyordu. "Derse biraz dikkat etsen çevirebilirdin..." dedim ukalaca ve masadaki defterleri gelişigüzel topladım. Aslında amacım masayı toplamak falan değildi, Luke'un ikna etmek için yaratılmış mavi gözlerinden kaçıyordum.

Ayrıca Luke'un üzerine fazla gitmem, onu bu durumda bırakmamın hoşuma gitmesinden kaynaklanıyordu. Derste kötü değildi ama ben kötü olduğunu bahane ederek onun buyruğum altında olduğu şu yegâne saatleri uzatmaya bayılıyordum. 

"Bu arada," dedim ve sandalyeden kalkıp esnedim. Oturmaktan belim tutulmuştu. "Sesin çok güzel." Güzeldi de. Buna daha önce nasıl dikkat etmemiştim bilmiyorum. Kalkmak yerine oturduğu yerden bana dönmeyi tercih etti. Ona iltifat etmem hoşuna gitmiş gibi tek kaşı havalanmış, dudakları aralanmıştı. "Gitarı da çok güzel çalıyorsun."

"Öyle mi?" diye sordu bir süre sonra alayla. Sonra muhtemelen farkında olmayarak dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi. Ben fark etmiştim. "Biraz etkilendin sanki? Kalp atışlarını buradan duyuyorum Melanée." Kalbim kendini hatırlatmak ister gibi göğüs kafesime vurmaya başlayınca, birkaç saniyeliğine boşluğa düşmüş gibi oldum.

Çocuk gibi, "Ciddiydim," dedim apışıp kaldığım iki saniyenin ardından ve ne yapacağımı bilemeyip sandalyemin arkasında duran ceketi kafasına attım. "Sana iltifat edende kabahat."

Haphephobia // HemmingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin