vingt-cinq

484 39 29
                                    


Luke Hemmings'in beni yemeğe götüreceği tahminim tutmuştu. Ama aklımdaki mekândan çok farklı bir yerdeydik. Şehrin her metresini görebileceğimiz bir yükseklikte, tabiri caizse kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeydik. Burası Merla'nın sadece fotoğrafını çekmek için gittiği, koca Hollywood yazısının asılı olduğu Lee Dağını anımsatmıştı. Tek farkının bizim etrafımızda nispeten daha çok ağaç oluşu olabilirdi.

Luke Hemmings arabadan hasır bir sepet çıkarıp, yürümeye başlayınca onu takip etmeye başladım. Uçuruma doğru yaklaşınca manzarayı daha net görmüştüm ve gerçekten nefesim kesilmişti. "Luke..." diye mırıldandım. Şehrin ışıkları küçücük ve soluk kalmıştı. Kendimi ayrı bir ülkede gibi hissediyordum. "Burası mükemmel."

Luke elindeki sepeti yere bırakıp yanıma geldiğinde, "Yanlış yere bakıyorsun," dedi ve eliyle gökyüzünü işaret etti. Kafamı güneşin batışının hemen ardından oluşan renk cümbüşüne çevirdiğimde Luke'un neyi kast ettiğini daha iyi anladım. "Güneş batınca yıldızlar en net buradan görünür," dedi. "Bana kapalı ortamlardan korktuğun zamanları anlatmıştın hatırlıyor musun?" diye sorduğunda bakışlarımı ona çevirip, onayladım. "Yıldızların seni rahatlattığını söylemiştin. Bu yüzden bir restorana gitmek yerine buraya gelmenin daha iyi olacağını düşündüm. Gizli mekânımı seninle paylaşıyorum yani. Kıymetini bil."

Midemde bir havai fişek patladı, karnım karıncalandı ve kalbimin üzerinde büyük bir ağrı hissettim. Beni öldürüyordu.

Luke Hemmings belli belirsiz gülümsedi ve kaskatı kesilmiş beni öylece bırakıp, sepettekileri çıkarmaya gitti. Burnumdan bir nefes çektim ama nefesin nasıl verildiğini unutmuşum gibi ciğerlerimden atamadım. Nasıl, nasıl böyle olabiliyordu? Nasıl bu kadar düşünceli ve ince davranabiliyordu? Bu tip jestlerden pek hoşlanmadığımı sanırdım ama karnıma giren ağrı bana aksini bağırıyordu.

Belki de bunun nedeni ona duyduğum çekimdi, üstelik hissettiğim şey bedensel bir çekimden fazlasıydı. Nesnelerin, hortumun merkezine çekildiği gibi ona çekiliyordum. Belki de bu işin sonunda ben de bir yerlere savrulacaktım, belki de Merla endişelenmekte haklıydı: Luke Hemmings beni paramparça edecekti, ama ne olursa olsun denemeye değerdi.

Sepetten bir örtüyü çıkarıp yere sermeye hazırlanan Luke Hemmings'e baktım. Bu işlerden hiç anlamadığını belli edercesine tek kaşını kaldırmış, gözlerini örtüde göz gezdiriyordu. Kocaman boyu, diğer insanlara karşı alaycı olan mizacı ve çizdiği sert imajına rağmen buradaydı. Benim için asla yapmadığı şeyleri deniyordu. Ben de denemeliydim.

Haklıydım, denemeye değerdi. Luke Hemmings çoğu şeyi feda etmeme değerdi.

Aklımdan karamsar hiçbir düşünce geçmemiş gibi gülümsedim. "Bugün hayli incesin Hemmings." Luke'un minik piknik örtüsünü serer sermez kendimi üzerine atıp, diğer sepettekileri boşaltmasını izledim. "Ama bir insan burayı nasıl keşfeder merak etmedim değil..." Yardım etmek yerine izleyip, laf atmayı tercih etmiştim. Yaptığım ima Luke'un dişlerini sergileyerek gülmesine sebep oldu.

"Zeki bir kızsın, tahminlerin vardır diye düşünüyorum." Ağzım kocaman açılırken Luke'un sepetten çıkarıp dürdükten sonra özenle örtünün üzerine koyduğu pançoyu alıp ona fırlattım. Beni kızları manzara eşliğinde ellemeye getirdiği bir yere getirdiyse ortalığı ayağa kaldırırdım. Pançoyu yakaladı ve gülmeye başladı.

"Umarım ciddi değilsindir Hemmings." Onu şuracıkta öldürebilirdim. Luke yüzündeki gülüşü bastırmaya çalışıp, masumca, "Kafa dinlemek için bir yer arıyordum Melanée," dedi. "Bir dağdan daha sessiz bir yer olamayacağı için buraya gelmiştim." Pançoyu bana geri attı. "Sakin ol da giy şunu. Güneş batıyor hava soğur birazdan."

Haphephobia // HemmingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin